Bilinçdışının İhtilali: Ego’nun Kontrolü Ne Zaman ve Nasıl Kaybolur? (Jungiyen Bir Analiz)
Yazar : Jungish
Psikolojik hayatımızda kendimizi rasyonel kararlar alan, duygularını yöneten bilinçli bir varlık, yani Ego olarak algılarız. Oysa, Carl Gustav Jung’un analitik psikolojisi, bu kontrol merkezinin ne kadar kolay devrilebildiğini ve insan kaderinin büyük ölçüde bilinçdışı faktörlere bağımlı olduğunu gösterir.
Sürekli olarak sorduğumuz bu kritik soruların yanıtları, Ego’nun sınırlarını ve bilinçdışının özerkliğinin ne zaman ve nasıl başladığını anlamamızda gizlidir.
İşte psişemizin bu iki uyumsuz yarısı arasındaki derin ilişki ve mücadele:
1. Ego’nun Hükümranlığı: Bilinç ve Sınırlılık
Jungiyen perspektife göre, “Ben (Ego) ile ilişkili olan her şey bilinçlidir”. Ego, psişenin bütününü değil, yalnızca bilinç alanının merkezini temsil eder. Bilinçlilik, Ego’nun bir içeriği kendisine ait olarak kabul etmesiyle eş tutulabilir.
Bu tanım, Ego’nun her ne kadar düzeni ve rasyonelliği koruma rolüne sahip olduğunu gösterse de, aynı zamanda psişik bütünlüğün ne kadar küçük bir kısmını kapsadığını da ortaya koyar.
Ego, bilincin anası olan bilinçdışı hakkında farkındalık geliştirmekte zorlandığı için, kendi içgüdüsel temellerinden çok uzaklaşma ve tek taraflılık tehlikesi altındadır.
2. Bilinçdışının Özerkliği: Duyguların Doğduğu Yer
Bilinçdışının Ego üzerindeki kontrolü ele alma potansiyeli, Freud ve Janet’in düşündüğü gibi sadece unutulan kişisel içeriklerden ibaret değildir. Jung, bilinçdışının şaşırtıcı ve tamamen anlaşılmaz ürünler sergilediğini, bunun en bariz kanıtının ise psikoz (delilik) durumları olduğunu belirtir.
Bu tuhaf, kolektif içerikler (arketipsel yapılar) genellikle uykuda kalır, ancak belirli koşullar altında Ego’nun rolünü devralma yeteneğine sahiptir.
Duygulanım (Affect) = İhtilalin Başlangıcı
Bilinçdışının özerkliği ve Ego’nun denetiminin sarsılması, tam olarak duyguların (emotions/affects) üretildiği yerde başlar.
- Duygular, içgüdüsel ve istemsiz tepkilerdir.
- Bunlar, temel patlamalarıyla bilincin rasyonel düzenini bozar.
- Duygulanımlar kasten “yapılmaz”; sadece olur.
Duygulanım ne kadar şiddetliyse, durum patolojik hale o kadar yaklaşır; bu durumda Ego-bilinci, daha önce bilinçdışı olan özerk içerikler tarafından bir kenara itilir. Normal bir insan bile, yoğun bir duygu anında, sonradan kendisine bile yabancı gelen bir kişilik özelliği sergileyebilir.
Gündelik Örnek: Bilinçdışı Kontrolü Ele Aldığında
Bilinçdışının Ego’nun rolünü devralması, günlük hayatımızda en sık Anima ve Animus figürlerinin (erkeğin içindeki dişil ve kadının içindeki eril) possession (ele geçirme) durumuyla görülür. Bu, Ego’nun kendisini bastırdığı ve zarar verdiği zamanlarda nevroz olarak ortaya çıkan bir durumdur.
| Psikolojik Figür | Durum | Gündelik Tezahürü (Dışa Vurum) |
|---|---|---|
| Anima Possession (Erkekte) | İçgüdüsel yaşamın veya bilinçdışının kontrolü ele alması. | Erkek, kaprisli, huysuz, kontrolsüz ve aşırı duygusal hale gelir. Cinsel kimliğinden bir ölçüde feragat eder ve alkolizm gibi erteleme davranışlarına eğilim gösterebilir. |
| Animus Possession (Kadında) | Eril düşünce ve inanç yapısının kadının bilincini ele geçirmesi. | Kadın, inatçı, dogmatik, kural koyucu ve tartışmacı hale gelir; her şeyi yasalarla açıklama eğilimi gösterir. Bu, başkalarının ikinci sınıf düşüncelerine kapılmasına yol açar. |
Bu tür durumlarda, kişi kendi evinde mutlak efendi olmadığını anlar.
3. Bütünlüğe Giden Yol: Çekiç ve Örs
Bireyleşme (Individuation), Ego’nun ve bilinçdışının bütünleşerek “bölünmez bir birlik” (in-dividual) haline gelmesi sürecidir. Bu, kaçınılmaz bir zorunluluktur, çünkü bilinçdışı yaşamın ta kendisidir ve bastırılırsa nevroz olarak bize karşı döner.
- Çatışma ve İşbirliği: Jung, bilinç ve bilinçdışının bir bütün oluşturması için birinin diğerini ezmemesi gerektiğini; bunun yerine “iki tarafın da eşit haklara sahip olduğu adil bir mücadele” vermesi gerektiğini belirtir.
- Sentez Metodu: Bu mücadele, hem açık çatışma hem de açık işbirliği gerektirir. Bu zorlu süreç, “hasta demirin, kırılmaz bir bütün, bir ‘birey’ haline getirilmesi” için çekiç ve örsün eski oyununa benzetilir.
- Sembollerin Rehberliği: Bu bütünleşme, genellikle Mandalas (Dairesel yapılar) gibi belirli sembollerle ifade edilen irrasyonel bir yaşam sürecidir. Mandalas, bütünlüğün kendiliğinden ortaya çıkan resimleridir.
Özetle, dışarıdan gelen ani ve şiddetli duygusal tepkilerimiz, Ego’muzun kendi evimizdeki bilinçdışı gardiyanların kontrolü ele geçirdiğini gösterir. Gerçek özgürlüğe ulaşmak için, çok hızlı ilerleyen bilincimizi geride bıraktığımız eskimiş içgüdüsel temellere geri bağlamak zorundayız. Bu, sadece “iyi” olanı değil, aynı zamanda içimizdeki karanlık ve kaotik olanı da kabul etme cesaretini gerektiren hayati bir manevi sorundur [198, 337n].


