Bireysel Sorun Yoktur, Sadece Politik Sorun Vardır: Hayatımızın Gizli Politikası

David Cooper’ın “Çılgınlığın Dili” adlı eserinde merkezi bir yer tutan ve modern toplumun bireysel sorunlara bakış açısını temelden sarsan “kişisel sorunlar yoktur, sadece politik sorunlar vardır” anlayışı iş, yaratıcılık ve kaybedilmiş bir toplumda kendini bulma gibi konuların aslında nasıl da politik meseleler olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyar.


Günümüz toplumunda, karşılaştığımız her güçlüğü, her çıkmazı “kişisel bir sorun” olarak etiketlemeye ne kadar da meyilliyiz, değil mi? İş stresi, yalnızlık, yaratıcılık tıkanıklığı, hatta aile içi çatışmalar… Tüm bunlar “bireysel terapiye”, “kişisel gelişime” veya “kendini bulma yolculuklarına” havale ediliyor. Ancak radikal düşünür David Cooper, “Çılgınlığın Dili” adlı eserinde bu popüler algıyı kökten sarsarak şöyle der: “Kişisel sorunlar yoktur, sadece politik sorunlar vardır.” [1, s. 120, 359]. Peki, bu ne anlama geliyor ve hayatımızın en “kişisel” görünen yönleri bile nasıl politikanın birer yansıması olabiliyor?

“Kişisel” Etiketin Arkasındaki Gerçek

Cooper’a göre, psikiyatri ve psikanaliz gibi alanlar, insan deneyiminin karmaşık meselelerini “bireysel patolojilere” indirgeyerek, aslında toplumsal baskıyı ve sömürüyü gizleyen bir işlev görür. Bu “normalleştirici teknikler” ve “tıbbi güç” aracılığıyla, bireylerin kendi baskılarının bilincine varmaları engellenir. Aile yapısı, bu “bireysel sorunların” temelini oluşturan önemli bir aracıdır; çünkü psikanaliz, sorunları genellikle “Oedipal” veya “ailevi” modellere göre yorumlar, böylece makro-politik gerçekliğin birey üzerindeki etkilerini göz ardı eder.

Sistem, bizi kendi içimize dönmeye ve “sorunu kendimizde” aramaya teşvik ederek, asıl düşmanı -yani kapitalist sömürü sistemini- gözümüzden saklar Bu, “profesyonel liberatörler” (psikiyatristler, sosyal hizmet uzmanları vb.) aracılığıyla yürütülen bir “mistifikasyon” sürecidir.

İş: Ruhumuzu ve Zamanımızı Çalan Bir Politika

İş hayatındaki sorunlarımız “iş stresi” ya da “motivasyon eksikliği” gibi bireysel etiketlerle geçiştirilirken, Cooper bu durumu politik bir olgu olarak ele alır. Kapitalist sistemde iş, genellikle “yabancılaşmış emek” olarak karşımıza çıkar; yani insanlar kendi yeteneklerini tam olarak ifade edemez, yaptıkları işin ürününden veya sürecinden kopuk yaşarlar. Amacımız “daha makul mallar” üretmek değil, “kendi kendini gerçekleştirmek” olmalıdır.

Sermaye birikimine dayalı “kapitalist zaman” , cinsel yaşamı da dahil olmak üzere insan deneyiminin özgürleşme koşullarını yok eder. Saatlere hapsolan rutinler, bedenin “sonsuz değişken saatlerini” unutturur ve “üremeye yönelik cinselliği” teşvik ederken, gerçek “orgazmik cinselliğin” devrimci potansiyelini bastırır. Kapitalist toplumda “normalleşme”, üretim araçlarına sahip olanların sınıf çıkarları doğrultusunda tanımlanır. Boş zamanlar bile “üretici” olmaya odaklanmıştır. Bu sistem, milyarlarca çalışanın “hiçbir şey” üretmeden sadece patronları için “kâr ve yanılsama” ürettiği, devasa bir israf alanı yaratır

Yaratıcılık ve Kendini Bulma: Özgürleşmenin Politik Dili

“Kendini bulma yolculuğu” ya da “yaratıcılığını keşfetme” gibi kavramlar, sıkça kişisel ve içsel arayışlar olarak sunulur. Ancak Cooper’a göre, çılgınlık (madness), aslında “özerk değişime yönelik radikal bir ihtiyaç” ve “ailecilikten özerkliğe doğru bir hareket”tir O, deliliği “evrensel bir yıkım”ve “politik bir açıklama”olarak görür.

Sistem, bu potansiyel olarak devrimci gücü bastırmak için “psikiyatrik müdahaleyi” kullanır. Psikiyatrik müdahale, deliliğin “neşesini” ve “umutsuzluğunu” yok ederek, geriye “hiçbir insanı” bırakmaz. Sanatsal ifade ise, dilin “denormalizasyonu” yani onu araçsal veya dikkat dağıtıcı olmaktan çıkararak, özerk insani ihtiyaçlarla ilgili hale getiren bir yoldur. Yaratıcılık, “normalleşmiş, yabancılaşmış algı sistemlerini” parçalayarak devrimci bir işlev görür.

Cooper, “delilik yoluyla bir yolculuk” yapma veya “yeniden doğuş yeri” bulma fikrini “gösterişli derecede banal” ve “moda bir proje” olarak nitelendirir. Gerçek çılgınlık, bu tür “nakit” karşılığı yapılan yolculuklara ihtiyaç duymaz; çünkü o zaten bir hareket halidir, kendisi bir sondur, bir süreçtir . “İfade edilemez olanı” ifade etmek için, “kelimelerin içeriğinde değil, kelimelerin eşsiz bir şekilde oluşturduğu çok hassas sessizliklerde” anlamı aramalıyız. Bu, “normal sohbetin banalleştirici gevezeliğini” aşarak, söylenmeyenin derin hassasiyetine ve özgüllüğüne kulak vermektir.

Mücadele: Kişiselden Politiğe

Cooper, bu sorunların “kişisel krizler” olmadığını, aksine “politik bir kurtarma” gerektiren sistemik meseleler olduğunu vurgular. Toplumsal dönüşüm, sadece ekonomik yapıyı değiştiren “altyapısal devrim” ile değil, aynı zamanda insanların yaşama ve “hayatlarını sevme” biçimlerini değiştiren bir “sosyal devrim” ile birlikte gerçekleşmelidir.

“Anti-psikiyatri” ve “özyönetim (autogestion)” gibi hareketler, tam da bu politik bilinci inşa etmeyi hedefler. Amaç, deliliği bir hastalık olarak “içerme” veya “normalleştirme” değil, onu bir “devrimci güç” olarak topluma entegre etmek ve kişisel yaratıcılığa dönüştürmektir.

Sonuç: Bilinçli Bir Uyanış

David Cooper’ın bu radikal anlayışı, bizi rahat alanlarımızdan çıkarıp, hayatımızın her anını kuşatan politik sistemin etkilerini sorgulamaya davet ediyor. İşimizdeki tatminsizlikten, yaratıcılık arayışlarımıza, hatta kendimizi bulma çabalarımıza kadar her şey, içinde yaşadığımız toplumsal, ekonomik ve siyasi yapılarla derinden bağlantılıdır.

Unutmayalım ki, “delilik evrensel bir toplumsal mülkiyettir; rüyalarımızın ve ölümlerimizin gerçekliği gibi bizden çalınmıştır: bunları politik olarak geri almalıyız ki, dönüştürülmüş bir toplumda yaratıcılık ve kendiliğindenlik haline gelsinler” Sorunlarımızı kişiselleştirmeyi bıraktığımızda, onları kolektif bir mücadele alanı olarak görmeye başlarız. Bu, bir “umutsuzluğa” değil, “kalıcı bir mücadeleye” ve dolayısıyla “gerçek bir umuda” açılan kapıdır.

Siz de kendi “kişisel sorunlarınızın” arkasındaki politik gerçekliği görmeye hazır mısınız? Bu yazıda paylaşılan bilgiler ışığında, hayatınızdaki “bireysel” görünen mücadeleleri politik bir mercekle değerlendirmeyi deneyebilirsiniz. Belki de bu, sizin için de bir uyanışın başlangıcı olur.