Devlet Apartmanı ve “Çalışmayan Bedenler”: Sakatlık, Devlet ve Hiyerarşi
Diyelim ki kocaman bir apartmandayız. Adı: Devlet Apartmanı.
En üst katta generaller, parti başkanları, bürokratlar…
Bir altında patronlar, sermayedarlar…
Daha aşağıda maaşlı memurlar, işçiler…
Bodrum katta ise bir grup insan var: “çalışamaz” denilenler, “verimsiz” bulunanlar, sakatlar, nöroçeşitli olanlar, kronik hastalar.
Kapının üstünde de şu yazıyor:
“Bu binada insanın değeri, üretime katkısıyla ölçülür.
Üretemeyen, merdiven boşluğuna alınır.”
Devlet dediğimiz yapı ile sakatlık karşıtlığının (ableizm) birbirine nasıl sıkı sıkıya bağlı olduğunu; sakatlığın çoğu zaman bedenin kendisinden değil, devletli-kapitalist düzenin üretim takıntısından türediği anlaşılmalıdır
“Eksantrik”ten “Engelli”ye: Ne Zaman Bozuk Sayılmaya Başlarız?
“Benim ‘engelli’ sayılmamın tek nedeni, bu düzenin istediği şekilde üretime katılamamam.”
Yani:
- Başka bir toplumda, başka ilişkiler içinde, sadece “tuhaf”, “eksantrik”, “kendine özgü” olabilecekken;
- Kapitalist bir düzende “işe yaramayan beden/zihin” kategorisine fırlatılıyorsun.
Çünkü bu düzen şu soruyu hiç bıkmadan soruyor:
“Bu kişi ne üretir?
Kaç saat çalışır?
Kaç birim kâr getirir?”
Cevap hoşuna gitmiyorsa etiketi yapıştırıyor:
“Engelli, yük, masraf.”
“Mahallenin bir zamanlar ‘garip ama zararsız’ delisi,
fabrikaların göğe uzandığı, bordroların kutsal kitap muamelesi gördüğü devirde
birdenbire ‘istikrara tehdit’ sayıldı.”
Oxyaena’nın derdi şu:
Sakatlık ve nöroçeşitlilik, biyolojik gerçeklikleri olan şeyler, evet. Ama “problem” hâline gelmeleri, büyük ölçüde bu üretim takıntılı düzenin tercihi.
Devlet Neden Hep Sağlam, Hızlı ve Sessiz Beden Sever?
Metnin ana tezi:
“Statizm özünde sakatlık düşmanıdır.”
Devletli toplumlarda:
- Yasa, politika, altyapı, eğitim sistemi… Hepsi şuna göre tasarlanıyor:
- Çalışacak, vergi verecek, askere gidecek, sandığa gidip oy verecek,
- Teker dönsün diye fazla soru sormadan itaat edecek “makul vatandaş” prototipi.
Bu prototipin dışında kalanlar — sakatlar, nöroçeşitliler, kronik hastalar — hep “problem dosyası” olarak görülüyor:
- Bürokrasi için: maliyet,
- Patron için: verim kaybı,
- “Makbul vatandaş” için: “yük oluyorlar.”
Yazar diyor ki:
Reformlar, sosyal yardımlar, biraz erişilebilirlik, üç-beş yasal düzenleme… Bunların hepsi sermayenin akışını fazla rahatsız etmeden öfkeyi yatıştırmak için atılmış küçük kemikler. Sistemin kalbine dokunmuyorlar.
Mahalle diliyle:
“Apartman yönetimi rampa yapmıyor ama
kapıya küçük bir ‘engelli dostuyuz’ etiketi yapıştırıyor.
Sonra da ‘Bakın ne kadar ilericiyiz’ diye turluyor.”
Yani devletli düzende sakatlığın “çözümü”, çoğu zaman:
- Hafif yardımla “idare etmek”,
- Ama asla güce ve karara ortak etmek değil.
“Uysal Vatandaş Olursan Seni Severler” Masalı: Obama Örneği
Oxyaena, “asimilasyon siyaseti”ne de sert giriyor:
“Diyelim ki sisteme uyum sağladın, en düzgün halinle ‘bak ben de sizdenim’ dedin. Yine de seni asıl merkeze asla almayacaklar.”
Örnek olarak Barack Obama’yı veriyor:
- Bir yandan “ilk siyah ABD başkanı” diye sembolleştirildi,
- Öte yandan başkanlığı boyunca “gerçek Amerikalı değil”, “komünist”, “Müslüman”, “gay” diye saldırıya uğradı; politikaları çoğu beyaz selefinden çok da farklı değilken bile.
Mesaj şu:
“Merkeze girdiğini sansan bile, norm dışı isen — siyah, queer, sakat, trans, göçmen vs. — sistem seni tam olarak içeri almıyor; en fazla vitrine koyuyor.”
Mahalledeki versiyonu:
“Apartmanın toplantısında seni bir kere söz aldırırlar,
sonra yine içerden kendi bildiklerine devam ederler.
Hadi bilemedin çayı sana taşıtırlar:
‘Bak ne kadar kapsayıcıyız, engelli komşumuz da aramızda.’”
Asimilasyonun sakatlar için anlamı ne?
- “İyileşmiş”, “toparlanmış”, “artık başımıza dert değil” olursan seni daha az hor görürler.
- Ama güç, hâlâ aynı ellerdedir.
Sosyal Demokrasi ve Yetmez Ama Eziyor: “Biz Radikal Değiliz” Diyenler
Oxyaena, sosyal demokratları da esirgemiyor:
“Biz reformcuyuz, sistemi düzeltmek istiyoruz” diyenlerin, çoğu zaman devlet ve hiyerarşi için güvenlik supabı işlevi gördüğünü söylüyor.
Yani:
- Öfke büyüyünce,
- Grevler, isyanlar, hareketler yükselince,
sosyal demokrat kanat ortaya çıkıp diyor ki:
“Tamam kızmayın, biraz iyileştirme yapalım, maaşa üç kuruş zam, engellilik oranına ufak düzenleme, erişilebilirlik yönergesi falan…”
Sonra?
- Temel yapı değişmiyor.
- Devlet yine devlet, sermaye yine sermaye.
- Sakatlık yine “merhamet edilecek vatandaşlık kategorisi”.
“Kazan kaynamasın diye üstüne soğuk su dökenler,
sonra da ‘bakın patlamadı, ne kadar olgunca çözdük’ diye övünürler.
Oysa alt kattaki ateş hâlâ yanmakta, tencere de hâlâ aynı tencere.”
“Sosyalist Devlet” de mi? Evet, O da…
Yazar, “E bari sosyalist devletlerde sakatlar daha iyi durumda olmuş olsun” beklentisini de kırıyor:
“Tarihteki pek çok ‘işçi devleti’, insanları yine üretim gücüne göre değerlendirdi; çalışamayanı dışladı.”
Örneğin:
- SSCB’de grev hakkının bastırılması,
- Üretim hedeflerinin kutsallaştırılması,
- Çalışamayacak durumda olanların marjinalize edilmesi…
Yani devlet biçim değiştiriyor ama mantık aynı:
“İşe yaramayan bedene yer yok.”
Mahalleye uyarlarsak:
“Apartman yönetimi değişiyor, eski yönetici gidip kendine ‘Sosyalist Yönetici’ diyen bir başkası geliyor;
ama hâlâ aidatı ödeyemeyeni kapı önüne koyuyor,
hâlâ asansörü sadece ‘çalışanlara’ uygun tasarlıyor.”
Son cümle çok net:
“Her tür devletçilik sakatlık düşmanıdır, mesele kapanmıştır.”
Peki Yerine Ne? “Divergent Anarchism”: Sakat ve Nöroçeşitli Anarşizm
Oxyaena, çıkış yolunu “divergent anarchism” diye adlandırıyor:
- Queer anarşizm, anarko-feminizm, siyah anarşizm gibi;
- Sakat ve nöroçeşitli deneyimi merkeze alan bir anarşist perspektif.
Bu perspektifte:
- İnsan değeri üretime göre ölçülmüyor;
- Toplum, karar alma süreçleri, mekânlar, altyapı ve kültürüyle sakatlara uyum sağlıyor;
- Devletin “merhametli vatandaşlık” kategorisi yerine, karşılıklı yardımlaşma ve özgür birliktelikler var.
Yani amaç:
“Devletin sakata uygun hâle getirilmesi” değil,
devletsiz, hiyerarşisiz bir toplumsallığın sakatlarla birlikte, sakatların deneyimini ciddiye alarak kurulması.
“Mahallenin delisini, felçlisini, işitme güçlüğü çekeni, okuma yazma bilmeyeni
‘evden çıkmasın’ diye saklamak yerine,
birlikte iftar sofrasına, imeceye, mahalle meclisine oturtmaktır murat.”
Sonuç: Sakatlık Bedenin Kusuru Değil, Düzenin Aynası Olabilir
“Statism and Ableism” bize şunu hatırlatıyor:
- Sakatlık, sadece “senin bedenindeki eksiklik” değildir;
- Çoğu zaman, bu dünyayı kimler için, neye göre tasarladığımızın kanıtıdır.
Devletli-kapitalist düzende soru hep aynı:
“Bu beden üretir mi?
Bu zihin komut dinler mi?”
Bu soruyu kendiliğinden, “doğal” kabul ettiğimiz sürece,
- Rampa yerine merdiven,
- Sessiz alan yerine AVM,
- Yatay ilişki yerine “makbul vatandaşlık” üretmeye devam edeceğiz.
Belki başlangıç sorusunu şuna çevirmek gerekir:
“Bu insan nasıl bir hayat istiyor?
Bu hayatı, birbirimizi sömürmeden, ezmeden, birlikte nasıl mümkün kılabiliriz?”
O zaman sakatlık, utanç verici bir kategori olmaktan çıkıp,
düzenin çarpıklığını gösteren bir aynaya dönüşür.
Ve o aynaya bakabilme cesaretini topladığımız gün,
belki Devlet Apartmanı’nın çatısına da ilk çatlaklar düşer.
Kaynak: Oxyaena, “Statism and Ableism: Disabled Anarchism”, theanarchistlibrary.org.


