“Disiplinli itaatsizlik”, sistemin “Hayır”ına “Hayır” demenin ve otantik bir varoluşu yeniden inşa etmenin yoludur.
David Cooper, “The Language of Madness” adlı eserinde, “disiplinli itaatsizlik” kavramını, bireylerin ve toplumun kapitalist sistemin dayattığı baskıcı “normallik” ve yabancılaşma tanımlarına karşı koyma biçimi olarak ele alır [Başlık sayfası, 1]. Bu kavram, sistemin dayattığı pasif kabullenme ve “imbecilizasyon” (zihinsel körelme) ile tam bir tezat oluşturur ve özgürleşme yolunda atılan bilinçli adımları ifade eder. Cooper’a göre, kontrol dışarıdan dayatılan, zorlayıcı ve özgürlüğü yok edici bir “Hayır” iken; disiplin, yabancılaşmış varoluşlarımızı dönüştürme ve daha az yabancılaşmış bir benliğe doğru yeniden yapılandırma sürecidir. Dolayısıyla, “disiplinli itaatsizlik”, sistemin “Hayır”ına “Hayır” demenin ve otantik bir varoluşu yeniden inşa etmenin yoludur.
Cooper, bu kavramı kendi deneyimleri ve diğer “deli” bireylerin hikayeleri üzerinden somutlaştırır:
David Cooper’ın Arjantin’deki “Delilik” Deneyimi
Cooper, kitabını yazmadan beş yıl önce Arjantin’in Atlantik kıyısında yaşadığı “kısacık ama biraz tanımaya yetecek kadar uzun süren” delilik deneyimini anlatır. Bu deneyim, onun için tam bir yalnızlık içinde “felsefi bir sorunu” somut bir şekilde yaşayabildiği bir dönem olmuştur.
Bu süreçte Cooper, normal alışkanlıklarını (normal yeme, insanlarla normal etkileşim, tütün, alkol gibi uyuşturucular) durdurmuştur. Maddi olarak sadece su ve topraktan çıkan kökler ve rizomlarla beslenmiştir. Denizde çıplak koşarken neredeyse boğulma tehlikesi atlatmış, bir fırtınanın ortasında kum tepelerinin “dinozorik canavarlara” dönüştüğünü görmüştür. Ancak bu, dışsal alışkanlıkları bırakmaktan ziyade, hayatında varoluşunu yeniden yapılandırmak için doğru bir an olduğunu fark etmesiyle ilgiliydi.
Bu “delilik” hali sırasında Cooper, dünyayı bir dizi dönüşümle deneyimlemeye başlamıştır:
- Kelime ve Anlamın Dönüşümü: Kelimeler soyut yapılarını kaybetmiş, fiziksel nesneler (düzleşmiş, yayılmış, açılı veya konik) haline gelmiş, matematiksel bir “öte” oluşturmuştur. “Neolojizmler” (yeni kelimeler) “yabancı iyi ya da kötü güçler tarafından” zihnine ekilmiştir. Bu, “normal” dilin dayattığı sınırlamalara bir itaatsizliktir.
- Kişisel Kimliğin Reddi: Kendisini “dünya dışı” bir varlık olarak deneyimlemiş ve diğer dünya dışı varlıkların da aramızda olduğuna dair “her şeye gücü yeten bir sanrı” yaşamıştır. Bu, Cooper’ın “bütün sanrının siyasi bir ifade olduğunu” ve “bütün delilerin siyasi muhalifler olduğunu” belirtmesiyle örtüşür. Bu sanrı, sistemin dayattığı kimliklere karşı bir reddiyedir.
- Duygusal ve Fiziksel İfade: “Ulumalar, etrafta savrulmalar” gibi dışavurumlar, gerçek bir “yalnız ölümü” yaşamanın sevinçli bir yolu olarak ortaya çıkmıştır. Bu, utanç metamorfozları ve sonunda “suçluluktan arınma” (disculpabilization) süreciyle sonuçlanmıştır – yani eski ve anlamsız suçluluktan kurtulma, kişisel, siyasi olmayan saldırganlığın nihai absürtlüğünü görme.
- İnsan Öznelliğinin İnkarı: Bu deneyimden sonra, “kozmik, dünya dışı şeyleri” dünyevi bir “hayvansal banallikte” bulmuş, ancak bedenine “insan öznesi diye bir şey olmadığı” bilgisinin yazıldığını hissetmiştir. Bu, “insan doğasının” uydurma olduğu, çünkü kendimizi asla tekrar edemediğimiz (her geri dönüşün yeni bir yere olduğu) ve materyalitemizde ve hayvanlığımızda yeterince benzersiz olduğumuz farkındalığıdır. Kapitalist sistemde ise “değişim değeriyle” özdeşleşme riski taşıdığımızı belirtir, ki bu “başka bir trajedi düşünülemez”.
Cooper’ın bu deneyimi, tamamen öznel bir süreç olmasına rağmen, sistemin dayattığı “normallik” kalıplarını kırarak öz-dönüşüm için disiplinli bir itaatsizlik eylemini temsil eder. Kendini “yeniden yaratma” (restructuring) arzusuyla içsel olarak disipline olmuş, ancak toplumsal normlara ve dayatmalara karşı gelmiştir. Bu, dışsal bir eylemsizlik gibi görünse de, derinlemesine radikal ve siyasi bir duruştur.
Diğer “Deli” Bireylerin Hikayeleri
Cooper, kendi deneyimlerinin yanı sıra, “delilik” kavramını ve “disiplinli itaatsizliği” açıklamak için başka vakaları da kullanır:
- John’un Hikayesi:
- İtaatsizliğin Başlangıcı: John adlı genç bir adam, anne babasına karşı sessiz isyanı nedeniyle akıl hastanesine yatırılmıştır; odasına kapanmış ve kapısını büyük bir aile İncili, dini kitapçıklar ve skandal haberleriyle dolu gazetelerle barikat kurmuştur. Bu, toplumsal ve ailevi otoriteye karşı ilk “Hayır”ıdır.
- Mesih Sanrısı ve Siyasi Dili: İkinci yatışında, kendisinin Vaftizci Yahya (John the Baptist) olduğunu ve dünyayı “yeni bir insan ırkı yaratmak için vaftiz etmesi gerektiğini” ilan etmiştir. Psikiyatrlarca “düşünce bozukluğu” olarak tanımlanan konuşmasında, John, “Dünya bok dolu, bok kaka yapan insanlar, boku olmayan tek yere işeyeceğim” demiştir. Cooper’a göre bu, psikiyatrlar için “anlamsız” görünse de, sistemin yabancılaşmasını ifade eden “siyasi bir mesele”dir. John’un dili, “söylenemez olanı ve dile getirilemez olanı ifade etme” çabasıyla disipline edilmiştir, mevcut “normal söylemin” sınırlarını aşarak itaatsizlik göstermiştir.
- Eylem ve Sonuç: Koğuşundan kapıyı kırarak kaçmış ve bir Yahudi cemaati toplantısına girerek “yeni insanlar yaratma” misyonunu anlatmıştır. Bu eylemler, John’un sanrılarının sadece içsel bir durum değil, aynı zamanda toplumsal normlara ve otoriteye karşı gerçek bir meydan okuma olduğunu gösterir. John’un “psikiyatrik cinayet” olarak ima edilen ölümü, onun otantik ifadesinin ve sistem tarafından “normalleştirilememesinin” bir sonucu olarak sunulur. Cooper, Batılı siyasi muhaliflerin de benzer bir kaderi paylaştığını, “dile gerçeklik kazandırma” çabalarının sistem tarafından bastırıldığını belirtir. John’un “deliliği”, kişisel bir sorun olmaktan çok, dilin ve eylemin siyasi bir ifadesi, yani disiplinli itaatsizliğin bir örneğidir.
- Price’ın Tıp Ders Kitabı’ndaki Örnek Hasta:
- “Bilincinin Farkında Olmak”: Kitapta “düşünce bozukluğu” örneği olarak verilen bir hastanın şu sözleri aktarılır: “Yokluğumda dönersem, geri gelene kadar beni burada tutun.” ve “Sesler ‘hayatının farkında’ olduğunu söylüyor.”. Cooper, bu son cümlenin hastanın “hayatının bilincine varması” nedeniyle (sistemin bakış açısından) hastaneye yatırıldığının “subversif bir gerçek” olduğunu belirtir.
- Normalliğe Karşı Metafor: Hastanın “hislerimi normale döndürmek için motorları zırhlı gemilere çevirmek istiyorum, onlardan üstün olmak için” sözü, Cooper için “normalleşme için daha iyi bir metafor” olmadığını gösterir. Bu, sistemin dayattığı sıradanlığı ve edilgenliği reddetme, gerçekliği kendi özgün gücüyle dönüştürme arzusunun bir ifadesidir. Bu metaforik dil, normalliğe karşı disiplinli bir itaatsizliktir.
- Ivan Illich’in Bahçıvanı (Meksika):
- Doğayla Derin İlişki: Cooper, Ivan Illich’in kendisine anlattığı bir Meksikalı bahçıvanın hikayesini aktarır. Bu bahçıvanın bahçesindeki her ağaçla özel bir ilişkisi vardır ve ağaçlardaki “ejderha ruhlarıyla” konuşarak onların yaşam öykülerini öğrenir. Bazı ruhların kötü olduğunu ve öldürülmesi gerektiğini düşündüğünde, Illich’e “Onları öldür!” demiştir.
- “Duyarlı Sistemlerin Uyumlanması”: Cooper bu durumu, batılı “bilimsel” düşüncenin aksine, “batıl inanç” veya “mitoloji” olarak küçümsemek yerine, bahçıvan ile ağaçlar arasında var olan “duyarlı sistemlerin uyumlanması” olarak görür. Bu, insanmerkezci bakış açısını “insanlıktan çıkarma” ve doğayla daha bütüncül bir ilişki kurma eylemidir. Bahçıvan, ağaçları “kendi ağaçları” olarak gördüğü ve onlarla bu şekilde etkileşime girdiği için, kendi kültürüyle tam bir uyum içindedir, dışsal kültürel dayatmalara karşı bir itaatsizlik sergiler. Onun eylemleri, içsel bir disiplinle (doğanın kendi “mantığına” uyumlanma) yönlendirilir.
- Silvia Marcos’un Hikayesi (Meksikalı Şifacı ve Karın Ağrısı Çeken Kadın):
- Kolektif Destrüksiyon: Silvia Marcos’un anlattığı bir kadının hikayesi, Cooper’ın “delilik” anlayışını daha da genişletir. Karın ağrısı çeken bir kadın, komşusunun kendisine büyü yaptığına inanır ve bir “curandera”ya (geleneksel şifacı) gider. Şifacı, kadının bu “kötü gücü” komşusuna karşı kullanmasını önerir, ancak kadın bunu reddeder. Bunun yerine, aile ve arkadaş çevresindeki insanlardan yardım isteyerek acı dolu bir “yapısöküm” (destructuring) sürecinden geçer. Bu süreçte bedeninden “uzun bir solucan” gibi “canavarlar” çıktığını hisseder, görür ve koklar.
- Paylaşılan Delilik ve Otantik Gerçeklik: Önemli olan, bu “canavarları” gördüğünde ve kokladığında, çevresindeki “anlayan” insanlara tüm bunları anlatabilmesidir. Üçüncü dünya kültürlerinde, insan ve insan dışı “duyarlı sistemler” arasında daha büyük bir süreklilik olduğu ve bu tür “mitik bilinç” ve geleneklerin daha çok kabul gördüğü belirtilir. Bu kadın, acısını ve “sanrısını” izole bir patoloji olarak değil, kolektif bir destekle, kendi gerçekliği olarak yaşar. Bu, batılı psikiyatrinin “normalleştirici” müdahalesinin aksine, paylaşılan ve dönüştürücü bir deneyimdir. Bu, Cooper’ın vurguladığı gibi, “deliliğin” bastırılması yerine, toplumsal olarak kabul edildiği ve onun dönüştürücü gücünün kullanıldığı bir disiplinli itaatsizlik pratiğidir. Kadın, kendi deneyimini dönüştürmek için içsel olarak disipline olurken, toplumun normalleştirme çabalarına karşı bu deneyimini otantik bir şekilde yaşar.
Disiplinli İtaatsizliğin Ortak Paydası
Bu örneklerin her biri, “disiplinli itaatsizliğin” temel unsurlarını vurgular:
- Sisteme Karşı Çıkış: John’un ailesine ve psikiyatrik sisteme karşı mücadelesi, Cooper’ın kendi sistemden çekilişi ve bahçıvanın geleneksel bilgiye sadık kalması, toplumun dayattığı “normalliğe” ve kontrole karşı koyma eylemleridir.
- Öz-Dönüşüm ve Sorumluluk: Bu süreçler pasif bir isyan değil, bireyin kendi varoluşunu yeniden şekillendirme çabasıdır. Cooper’ın kendi delilik deneyiminde olduğu gibi, “destructuring” (yapısöküm) ve “restructuring” (yeniden yapılandırma) hem kişisel bir disiplin hem de sisteme karşı itaatsizlik gerektirir. Kişi, kendi “deliliğini” yaşayarak kendi sorumluluğunu üstlenir ve kendi yolunu çizer.
- Politik Boyut: Her bir “delilik” ifadesi, Cooper için siyasi bir muhalefet biçimidir. İster John’un dışkıyla ilgili konuşmaları olsun, ister Arjantin’deki inziva, ister bahçıvanın ağaçlarla diyaloğu – bunlar, kapitalist sistemin yabancılaştırıcı etkilerine, “para-faşist pekiştirici ideolojik aygıtlarına” ve “yapay ihtiyaçlar teknolojisine” karşı bir protesto, bir özgürleşme arayışıdır.
Özetle, David Cooper, “disiplinli itaatsizliği” sadece teorik bir kavram olarak değil, aynı zamanda kişisel deneyimler ve “deli” olarak damgalanmış bireylerin yaşamları aracılığıyla somutlaştıran, sürekli bir öz-dönüşüm ve toplumsal direniş pratiği olarak sunar. Bu, sistemin “Hayır”ına karşı “Hayır” diyebilme cesareti ve kendi otantik varoluşunu yeniden yaratma sorumluluğudur.