Engelliliğim Bir “İmalat Hatası” mı, Yoksa Fabrikanın Bizzat Kendisi mi?
Devon Price bir cümle kuruyor:
“My disability is manufactured.” – Engelliliğim üretilmiş bir şey.
Yani diyor ki:
“Bende bir farklılık var, evet. Ama beni esas ‘engelli’ hâle getiren, bu dünyanın tasarlanış biçimi.”
1. Havalimanında Sinir Sistemine Pusu Kurmak
Price, yazısına bir havalimanı sahnesiyle başlıyor: arkada bangır bangır TikTok’lar, hoparlörden bağıran telefon konuşmaları, dandik reklam müzikleri, Roblox sesleri, üstüne üstlük sürekli hata veren uçak uygulaması… Bir noktadan sonra beden, ruh, sinir hepsi isyan ediyor.
Bu sahneyi Atatürk Havalimanı’ndan Yeşilköy’e değil de, İstanbul Havalimanı’na tercüme edelim:
- Arkada bir teyze, FaceTime’ı açık, torununa “Duyuyo musun beni? Bak, görüyon mu?” diye bağırıyor.
- Yan tarafta biri TikTok’ta “uçakta ne yapılmaz” videolarını, ironi eşliğinde, son ses izliyor.
- Önde uygulama, “Girişiniz zaman aşımına uğradı, tekrar deneyin” diyor.
- Bankta oturanın telefonundan reklam fışkırıyor: “Premium’a geçin, reklam izlemeyin.”
Sensoryal hassasiyeti olan biri için bu, düpedüz işkence. Price zaten “birkaç saat dışarıda kalmak bile kamp yapmaya hazırlık gibi” diyor: su, kulak tıkacı, güneş gözlüğü, atıştırmalıklar, ilaçlar, yedek çoraplar…
Yani dışarı çıkmak, bizim için “hava almak”; onun için “savaş alanına lojistik destek” planı.
2. Bluetooth Bey, Kablolu Kulaklığı Kovup Mahalleyi Nasıl Çıldırtıyor?
Price’ın en komik ama en vurucu bölümlerinden biri şu:
Hoparlörden video izleyen insanlar önce ona “bencillik” gibi geliyor; sonra fark ediyor ki mesele şımarıklık değil, kapitalist tasarım tercihi.
Eskiden:
- Telefonda kulaklık girişi vardı.
- 20 dolarlık (bizde: “şöyle 200’lük” diyelim) kablolu kulaklığı takar, yıllarca kullanırdın.
- Kahvede, metroda, otobüste herkes kulağına takar, kendi sesine kendisi tahammül ederdi.
Sonra ne oldu?
- Üreticiler kulaklık girişini kaldırdı.
- İnsanlar kablolu kulaklıklarını bir gecede “çöp” statüsüne düşmüş buldu.
- Bluetooth kulaklıklar pahalı, çabuk bitiyor, düşüp kayboluyor, şarj istiyor.
- Şarjı biten, kulaklığı kaybolan, “AirPods’u evde unutan” kul beş dakika sonra hoparlöre geçmek zorunda kalıyor.
Yani hoparlörle TikTok izleyen gencin davranışı, sadece “ayıp” değil, aynı zamanda tasarım tarafından zorlanmış bir davranış.
“Bluetooth Bey, Kablolu Efendi’yi kapı önüne koyarak mahalleyi yekten gürültü hanesine çevirmişti.
Evvelce herkes kendi kulağının içini döverdi;
şimdi cümle âlem birbirinin sinir sistemini imtihana çekiyor.”
Price’ın söylediği net:
“Bluetooth zorunluluğu beni daha da ‘engelli’ kılıyor; hem kalabalık daha gürültülü, hem de kendi kulaklığımı yönetmek başlı başına stres.”
3. Reklamlarla Kumlanmış Bir İnternet: Sinir Sistemine Zımpara
Price diyor ki:
“Fiziksel farklılıklarım gerçek; ama kapitalizm bunları kat kat ağırlaştırıyor.”
Mesela:
- İnternet her yerinde yanıp sönen reklamlarla kaplı:
banner’lar, pop-up’lar, videolar, autoplay saçmalıklar…
Bu görsel ve işitsel curcuna, zaten hassas olan sinir sistemini sürekli saldırı altında tutuyor. - Sokaklar billboard’larla, posta kutuları zincir restoran broşürleriyle dolu.
Yani şehir, “gözüne gözüne sokulan tüketim talimatları”yla kaplı.
Price diyor ki:
“İnternet kamusal bir hizmet gibi reklamsız olsaydı,
caddeler daha sade olsaydı,
ben daha az ‘engelli’ olurdum.”
Yani mesele şu:
Bünye aynı bünye;
ama etrafı sürekli bağıran, ışıldayan, dürten bir dünya.
“Sokağa çıktığımda, her dükkân camından bir çığırtkan atılıyor:
‘Al beni, giy beni, ye beni, borçlan benim için.’
Reklamlar, duvar yazılarının yerini almış;
mahalle, insan değil, marka konuşuyor.
Hal böyle olunca da, biraz alıngan sinir sistemi olan gariban,
gün sonunda mendebur kesiliyor.”
4. “Bu İnsan Ne İşe Yarar?” Sorusu ve İmal Edilen Engellilik
Yazının daha derin yerinde Price şunu söylüyor:
- Otistik olmak, ADHD’li olmak, hassas bir sinir sistemine sahip olmak; bunlar biyolojik, psikolojik gerçekler.
- Ama bunların “engellilik” sıfatını alması, tamamen sosyal ve ekonomik şartlarla ilgili.
Mesela:
- Dünyada güçlü, güvenilir toplu taşıma olsa;
- Komşundan çekiç isteyebilsen, telefon şarjını herkesle paylaşabilsen;
- Herkes tek tek her şeyi satın almak zorunda kalmasa;
ADHD’li biri anahtarını, şarj aletini, kartını kaybettiğinde işsiz kalmayacak, iflas etmeyecek, hayatı dağılmayacak. “Sakar, dağınık” diye damgalanmayacak. Daha az “engelli” sayılacak.
Şu cümle çok kritik:
“ADHD’li birinin biyolojik farklılığı, kapitalizm yüzünden ‘felaket’ kategorisine düşüyor.”
Yani:
Sistem, “bağımsız yaşayacaksın, her şeyi kendin satın alacaksın, sürekli üretken ve organize olacaksın” diye bastırdıkça;
en ufak farklılık bile “kusur” muamelesi görüyor.
“Evvel zaman içinde, insanın biraz dalgın olması ‘eh, bu da böyle’ diye geçilirdi.
Şimdi dalgınlık, dosya kaybına; dosya kaybı işten atılmaya;
işten atılma da kredi borcuna bağlandığından,
dalgınlık artık karakter değil, ‘banka riski’ sayılıyor.”
5. “Ben Tornavida Değilim, Eğri Büğrü Bir Taşım”
Price, yazısını çok güzel bir metaforla bitiriyor:
Kendisini “işe yaramayan” bir parça değil,
“Erozyonla şekillenmiş, eğri büğrü, belli bir amaca hizmet etmeyen ama varlığı başlı başına anlamlı bir taş”a benzetiyor.
Ve diyor ki:
“Ben bir işe yaramak için var değilim.
Ben sadece varım.
Bütün canlılar gibi.”
Kapitalizm ise her insana bakıp şunu soruyor:
“Ne işe yarıyor?
Kaç birim üretir?
Kaç saat dayanır?
Kaç para kazandırır?”
Bu soruya “hiçbir işe yaramıyorum, sadece yaşıyorum” dersen;
sistem seni önce tuhaf, sonra tehlikeli, en son da “yük” ilan ediyor.
Hüseyin Rahmi bunu şöyle tamamlardı:
“İnsanı, ‘kaç lira getirir’ hesabıyla tartan devrin terazisinde,
eğri büğrü taşın, heykeltıraşlık kıymeti kalmaz elbet.
Lâkin suç taşta değil, terazidedir.”
6. Sonuç: Engellilik Bedenimizde mi, Yoksa Dünyanın Tasarımında mı?
Devon Price, “engelliliğim imal ediliyor” derken şunu anlatıyor:
- Evet, farklılıklarım var.
- Evet, bazı şeyleri yapamıyorum, bazı ortamlara tahammül edemiyorum.
- Ama beni asıl “engelli” kılan,
reklamlarla saldıran internet, hoparlörle TikTok izlemeyi normalleştiren cihaz tasarımları, herkesi tek tip verimli çalışana çevirmeye çalışan iş rejimi, her an, her yerde “tüketici” olmayı zorunlu kılan ekonomi.
Bizim tarafa çevirirsek:
- Metroda, otobüste, kafede hoparlörle video açan insanı azarlamadan önce,
kulaklık girişini kim kaldırdı, ona bakmak gerekiyor. - Çocuğun “tembel, dağınık, dikkatsiz” diye etiketlenmesinden önce,
sistemin ondan ne hızda, ne biçimde “adam” olmasını beklediğini sormak gerekiyor. - “Bu insan tuhaf, eksik” demeden önce,
“Acaba ölçüyü kim koydu?” diye düşünmek gerekiyor.
Belki de en sade özet şu:
Sorun çoğu zaman bedende değil,
bedeni içine sığdırmaya çalıştığımız kalıpta.
Ve evet,
- Kulaklık girişini geri isteyenin talebi, teknolojiye değil,
insanlığın sinir sistemine saygı talebidir. - Hoparlörü kısmak, sadece görgü kuralı değil,
başkasının varoluşuna alan açmaktır. - Birini “verimsiz” bulmadan önce,
belki de şöyle demek gerekir:
“Bu insan tornavida değil, taş.
Belki tam da bu yüzden kıymetli.”
İşte o zaman, “imal edilmiş engellilik” yerine,
birlikte yeniden tasarlanmaya müsait bir dünya konuşmaya başlarız.


