Fordist Normalleşme

“Normallik İmparatorluğu” kitabının altıncı bölümü, “Fordist Normalleşme” başlığını taşımaktadır. Bu bölüm, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemi ele alarak, Keynesyen ekonomi ve Fordist ekonomik modelin zihinsel sağlık ve nöronormativite üzerindeki etkilerini incelemektedir.

İşte bölümün ana noktaları:

  • Fordizmin Yükselişi
    • Henry Ford, 1910’lar ve 1920’lerde Detroit’te montaj hattı imalatını başlattı. Çalışanları elde tutmak için yüksek ücretler ve iyi sosyal yardımlar sundu ve standardize edilmiş malları düşük fiyatlarla seri üretti.
    • Bu model, o dönemin geleneksel kapitalist mantığına aykırı olmasına rağmen çok başarılı oldu ve sadece ABD’de değil, Nazi Almanyası’nın Volkswagen Beetle gelişimini bile etkileyerek küresel bir standart haline geldi.
    • Fordizmin yükselişi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ve Birleşik Krallık’ta Keynesyen ekonominin benimsenmesiyle eş zamanlı gerçekleşti. Keynes, kapitalist hükümetlerin komünizmin yayılmasını önlemek için talebi ve harcamaları teşvik etmesi gerektiğini savundu.
    • Bu iki yaklaşımın birleşimi, 1950’ler ve 1960’larda “Kapitalizmin Altın Çağı”nı getirdi. Zengin Batılı ülkelerde yaşam standartları ve refah hizmetleri artsa da, yeni bir yabancılaşma biçimi de ortaya çıktı.
  • Yeni Yabancılaşma ve Üretilmiş Arzular
    • Kapitalizmin arzuları üretme kapasitesi önemli ölçüde arttı. Bu durum, günlük tüketimden bireysel ve kolektif psikolojiye kadar her şeyi etkiledi.
    • Freud’un kuzeni ve halkla ilişkilerin babası olarak bilinen Edward Bernays, bu yöntemleri liberal demokrasilerde hükümetlerin nüfusun arzularını kontrol etmek için kullanmasını savundu. Örneğin, Bernays 1929’da kadınların sigara içmesini teşvik etmek için bu yöntemleri başarıyla kullandı.
    • Frankfurt Okulu eleştirel teorisyenleri Max Horkheimer ve Theodor Adorno, ABD’de “düşünce üzerinde kitlesel bir kısıtlama” gözlemleyerek, seri üretim mallarının ve kitle iletişim araçlarının “manipülasyon ve geriye dönük ihtiyaç döngüsü” yarattığını ileri sürdüler.
    • Herbert Marcuse ise Tek Boyutlu İnsan adlı kitabında, Fordist çalışmanın monotonluğunun ve tüketimciliğin sahte vaatlerinin tarihte daha önce görülmemiş bir kitlesel psikolojik baskıya yol açtığını savundu.
    • Harry Braverman (Emek ve Tekel Sermayesi) ise işçilerin işlerinden duyduğu memnuniyetsizliğin, hastalık izni alımının artışının ve üretim seviyelerinin düşüşünün, işçilerin vasıfsızlaştırılması ve yabancılaşmasından kaynaklandığını belgeledi.
    • Sonuç olarak, “Altın Çağ” bazı faydalar sağlasa da, nöronormativiteyi daha da kısıtladı ve psikolojik beklentileri insanlığın değil, sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendirdi.
  • Davranışçı Normalleşme
    • Fordist dönemde, pahalı psikanalitik yaklaşımlar ve lobotomi gibi barbar tedaviler popülaritesini kaybederken, davranışçılık gibi daha ekonomik ve verimli terapötik yaklaşımlar benimsenmeye başlandı.
    • John Watson tarafından geliştirilen davranışçılık, nesnel olarak gözlemlenebilir davranışa odaklandı. Ivan Pavlov’un şartlı refleks çalışmalarıyla (örneğin, köpeklerin zil sesine salya salgılaması) (90) etkilenerek, Watson bireylerin kalıtsal özelliklerinden bağımsız olarak “belli türden insanlar” haline getirilebileceğini iddia etti.
    • B.F. Skinner, davranışçı ilkeleri pekiştiriciler (ödül ve ceza) aracılığıyla daha da geliştirdi ve “davranışsal mühendisliğin” kitlesel olarak “arzulanan vatandaşlar” üretmek için kullanılabileceğini savundu.
    • Soğuk Savaş döneminde, CIA’in davranışçılığa büyük yatırımlar yapması, komünist “beyin yıkama” tekniklerini tersine mühendislikle çözme ve bireylerin iç dünyasını “sosyal düzenin ihtiyaçları” doğrultusunda düzenleme çabasını yansıttı.
    • Ivar Lovaas tarafından 1960’larda geliştirilen Uygulamalı Davranış Analizi (ABA), otistik çocukları “normalleştirmek” için sert ceza ve ödül sistemleri kullandı. Bu, otistik aktivistler tarafından bir tür dönüşüm terapisi olarak eleştirildi ve uzun vadeli travmalara yol açtı.
  • Fordist İlaçlar
    • Fordist dönemde, 1950’lerden itibaren psikofarmakolojik ilaçların keşfi ve seri üretimi de büyük önem kazandı.
    • Bu yeni ilaçlar, depresyon, anksiyete ve psikozun “kimyasal dengesizliklerden” kaynaklandığı fikriyle “sihirli mermiler” olarak pazarlandı, ancak etkinliği sınırlıydı ve riskleri yeterince belgelenmemişti.
    • Bazı kişiler için faydalı olsa da, bu standartlaştırılmış ilaçlar genellikle yeni bir sosyal kontrol biçimi işlevi gördü, bireysel ihtiyaçlara göre uyarlanmadı ve etkisiz durumlarda doz artırımlarına yol açtı.
  • Sonuç:
    • Anti-psikiyatri hareketinin asıl sorunu, akıl hastalığının varlığını inkar etmek veya sadece bireysel istismarlara odaklanmakla kaçırdı. Asıl sorun, kapitalist sistemin nöronormatif mantıklarıydı.
    • Fordist dönemde toplumun kendisi, yeni davranışsal ve psikofarmakolojik müdahaleler için bir “laboratuvar ve akıl hastanesi” haline geldi.
    • Temel sorun, giderek daha kısıtlayıcı hale gelen normalite anlayışlarının sermayenin değişen maddi koşullarına ve ilişkilerine paralel olarak nasıl üretildiği ve yeniden üretildiğiydi. Anti-psikiyatri hareketinin büyük enerjisine rağmen, kapitalizm ve patoloji paradigması nöronormatif gücünü artırarak gelişimine devam etti.

Kaynak : “Normallik İmparatorluğu” (Empire of Normality) Robert Chapman