“Gündelik Yaşamın Psikopatolojisinden Doğan Yeni Mitler Bize Yaşam İçin İpuçları Verebilir Mi ?

James Hollis’in “Finding Meaning in the Second Half of Life” adlı kitabının Sekizinci Bölümü, “Gündelik Yaşamın Psikopatolojisinden Doğan Yeni Mit” başlığını taşımaktadır. Bu bölüm, modern insanın ruhsal durumunu, toplumsal kurumların ve kültürel eğilimlerin bireyin anlam arayışları üzerindeki etkilerini ve yaşamın ikinci yarısında ortaya çıkan içsel çağrıları derinlemesine incelemektedir.

1. Freud’un “Gündelik Yaşamın Psikopatolojisi” Bağlamı ve Güncel Uzantıları Hollis, bölümü Sigmund Freud’un “Gündelik Yaşamın Psikopatolojisi” adlı eserine atıfla başlatır. Freud, akıl hastanelerine gitmeye gerek kalmadan, bölünmüş ruhun işleyişini sıradan yaşamın mekaniğinde gözlemleyebileceğimizi belirtmiştir. Bilinçten saklanan örtük güdülerin, dil sürçmeleri, unutkanlık ve tehlikeli duyguların kabul edilebilir kılıflara bürünmesi gibi davranışlarla bilincin seçimlerine ve davranışlarına nasıl müdahale ettiğini detaylandırmıştır. Hollis, yeni yüzyılda, büyük eğitimsel, teknolojik, bilimsel, sanatsal ve insani başarıların bile geçen yüzyılın katliamını ve deliliğini engelleyemediği gerçeği karşısında psikolojik sorgulamaya itildiğimizi savunur. Modern toplumun duygu bombardımanı, bağımlılıklar, aşırı ilaç kullanımı ve sürekli hareketlilikle karakterize olduğunu; bu durumların psikolojik bir bakış açısıyla, yani daha derin bir anlam arayışıyla ele alınması gerektiğini öne sürer.

2. Jung’un Arketipsel Tanrıların Dönüşümü Teorisi Carl Jung, insanların psikolojik hale gelmesi gerektiğini çünkü bir zamanlar insanlığı doğaya ve tanrılara bağlayan ruhsal imgelerin (mitolojilerin) gücünü yitirdiğini ifade etmiştir. Jung’a göre, tanrıların adı solmuş olsa da, onların arkasındaki enerji kaybolmamış, sadece dönüşerek başka yerlerde yeniden ortaya çıkmıştır. Bir zamanlar Olimpos’u yöneten tanrılar (örneğin Zeus), şimdi yeraltına inmiş ve fobiler, takıntılar, nörotik semptomlar olarak tezahür etmektedir. Bu derin enerjiler görmezden gelindiğinde, kişisel veya sosyal patolojilere yol açarlar. Toplumda ortaya çıkan kontrol edilemez coşkular veya şiddet içeren kitlesel ruh halleri, ihmal edilen bu güçlerin zararlı etkilerine örnek teşkil eder. Hollis, modern kültürün, canlı mitolojik erişimden yoksun kalarak ruhu iyileştirmekte zorlandığını vurgular.

3. Modern İdeolojiler ve Anlam Boşluğu Jung, insanların mitolojik bir bağlantının kaybını iyi tolere edemediğini ve bu boşluğu kolay çözümler, siyah-beyaz değerler sunan ideolojilere yönelerek doldurduğunu belirtir. Yirminci yüzyılda Marksizm ve faşizm gibi tek taraflı ideolojiler yerini günümüzde materyalizm, hedonizm ve narsisizm gibi daha az belirgin ama ruhsal açıdan aynı derecede baştan çıkarıcı ideolojilere bırakmıştır. Bu ideolojiler, insanları tatmin edici bir şekilde birleşmeye ve iyileşmeye götürmeyerek onları yatay, kısır bir varoluşa mahkum eder. Jung, “Bir kariyer, çocuk sahibi olmak, hepsi ‘maya’ (illüzyon) yaşamınızın anlamlı olduğu tek şeye kıyasla” diyerek, dışsal başarıların ruhsal anlamın yerini tutmadığını ifade eder.

  • Fundamentalizm: Belirsizliği ve şüpheyi katı ve basit inanç sistemleriyle yönetmeye çalışan bir kaygı yönetim tekniğidir. Toplumda “kuşatma zihniyeti”ne yol açar ve başkalarını şeytanlaştırarak kendi gölgesini yansıtır.
  • Sansasyon Kültürü: Yirmi dört saat haber bombardımanı, “bilgi bağımlılarını” yaratır ve sürekli artan sansasyon arayışını besler. Bu durum, kişisel yaşamdan ve derinlikten yoksun bir “vekaleten yaşam” (reality TV gibi) inşa edilmesine yol açar. Sansasyon kültürü, sürekli daha fazlasını isteyerek bağımlılık ve kırık umutlar üretir.

4. Gündelik Yaşamın Psikopatolojisinin Kişisel Biçimleri: Bağımlılıklar ve Parafililer Hollis, günlük yaşamdaki psikopatolojinin iki temel kişisel ve kültürel biçimini bağımlılıklar ve parafililer olarak ele alır.

  • Bağımlılıklar: Kaygı yönetimi teknikleri olarak işlev görür ve bireyin kendini içinde bulunduğu anki ruhsal sıkıntı düzeyini düşürme amacı taşır. Kökenleri varoluşsal kaygıya (doğumdan itibaren yaşanan ayrılıklar ve ölümlülük tehdidi) ve bağlantılı mitolojilerin kaybına dayanır. Hollis, bağımlılıkların gerçek bağlantı kurmada etkisiz olduğunu ve ruhun gündemine yapılacak bilinçli yatırımı yanlış yönlendirdiğini vurgular. Bağımlılığın üstesinden gelmek, ardındaki acıyla yüzleşmeyi gerektirir.
  • Parafililer (Arzunun Bozuklukları): Arzunun çeşitli tezahürleri ve modülasyonlarıdır. Ruhun boşluklarını doldurmak için kullanılan cinsel bağımlılık, pornografi, madde bağımlılığı ve toksik tüketimcilik gibi biçimler alır. Bunlar ahlaki olarak yargılanmaktan ziyade, ruhu gerçekten neyin beslediği açısından değerlendirilmelidir. Ruh, egonun doyum, huzur veya mücadeleden kurtulma şemalarıyla her zaman örtüşmeyen “daha büyük yaşamı” arzular.

5. “Başarı”nın Kültürel Nevrozu “Başarı” modern kültürde sorgulanmayan bir ikon haline gelmiştir. Hollis, başarının bir “ikon” (sınırlı, kendi anlamını taşıyan) değil, bir “sembol” (kendini aşan, daha büyük bir gizeme işaret eden) olması gerektiğini savunur. Dışsal başarılar, eğer ruhun gerçek çağrısıyla uyumlu değilse, kişiyi kendinden uzaklaştırır ve içi boş bir tatmin hissi verir. Gerçek başarı, tanrıların niyetlendiği kişi olmaktır ve bu genellikle toplumsal onayın ötesinde, hatta ona karşıt bir yol izlemeyi gerektirebilir.

6. Benliğin Bozuklukları (Karakter/Kişilik Bozuklukları) Kabile yaşamının ve mitolojik sistemlerin aşınması, insanları bir arada tutan bağları zayıflatmıştır. Bu durum, kişinin kendini yaralarıyla özdeşleştirdiği ve sınırlı bir hayal gücüyle seçimler yaptığı “Benlik bozuklukları”na yol açmıştır. Hollis, bu tür bozuklukların, geçmişin otonom imgelerinin ve popüler kültürün (homojenleştirilmiş, narsistik ve çocuklaştırıcı) etkisiyle pekiştiğini belirtir. Bireyin genişlemesi, ancak eğitim, seyahat, öğrenme ve başkalarıyla diyalog gibi yollarla farklı imgelere maruz kalmakla mümkündür.

7. Canlı Mitlerin Doğası ve Psikolojik Yaklaşımın Önemi Mitler, bilinçli zihin tarafından yaratılmamış, gizemle yaşanan ilkel karşılaşmalardan doğmuştur. Ancak ego, zamanla bu imgeleri kendi gündemine hapsederek putperestliğe düşer ve bu imgelerin canlı enerjisini yitirmesine neden olur. Modern dünyada yeni mitler yaratma çabaları (ütopik vizyonlar, Marksizm, tüketimcilik) ego temelli olduğu için başarısızlığa mahkumdur; zira bunlar ruhun aşkınlık ihtiyacını küçümser. Hollis, “psikolojik olmak”ın dünyayı psikolojik olarak okumak anlamına geldiğini belirtir. Bu, dışsal olayların içsel anlamlarını sorgulamayı, kendi tarihindeki kalıpları ve kompleksleri tanımayı gerektirir. Bilinçli dikkat azaldığında, bastırılamayan içsel enerjiler dış dünyaya yansır ve bizi “büyüler” (bewitchment). Bu büyüden kurtulmak için, “Bu bende neyi tetikliyor?”, “Bu benim tarihimden mi geliyor?” gibi sorular sorarak bilinçli farkındalığı artırmak gerekir. Yeni, kişisel mitler dışsal ideolojilerden değil, içeriden, rüyalarımızdan ve sezgilerimizden yükselir.

Sonuç olarak, Sekizinci Bölüm, modern insanın ruhsal rahatsızlıklarının kökeninde, tanrıların enerjilerinin yeraltına inmesiyle oluşan “anlam boşluğu”nun yattığını ileri sürer. Bu boşluk, materyalizm, hedonizm, narsisizm, fundamentalizm ve sansasyon kültürü gibi “sahte tanrılar” aracılığıyla doldurulmaya çalışılır, ancak bu da bağımlılıklara, patolojilere ve ruhsal daralmalara yol açar. Hollis, gerçek anlam ve iyileşmenin, egonun egemenliğini bırakıp ruhun çağrısına kulak vermesiyle, yani “psikolojik bir bakış açısı” geliştirmesiyle mümkün olacağını vurgular. Bu, dışsal onay yerine içsel doğruluk arayışını, acıyla yüzleşmeyi ve bireysel potansiyeli gerçekleştirmeyi gerektiren zorlu ama ödüllendirici bir süreçtir.