Hele Bakın Şu Garip Fransızlara: Faşizm Dediğin, Meğerse Bizim Kendi İçimizdeki Bir Tımarhaneymiş! Bak bak….

Deleuze ve Guattari’nin Arzu Makinesi ile Kendi Zincirini Seven Milletimin Hâli Üzerine

Yazar: Jungish

(Allah Bizi Kendi Kendimize Koyduğumuz Yasaklardan Korusun!)


Aziz Okuyucularım, Ey Arzusu Gözünde Kalanlar!

Şimdi size o Mösyö Foucault‘nun Deleuze ve Guattari adlı iki allame-i cihanın Anti-Oedipus kitabının başına koyduğu o sarsıcı kelamı nakledeceğim. Adam diyor ki, elinizdeki bu eser, öyle kuru kuruya bir felsefe kitabı değilmiş; bu, “Faşist Olmayan Bir Yaşama Giriş” kılavuzuymuş.

Hele bakın, bizim buralarda Faşizm dendi mi, akla hemen kara üniformalar, topyekûn mitingler ve hiddetli nutuklar gelir. Lakin Mösyö Foucault’nun derdi başkaymış! O diyor ki, en büyük faşist, dışımızdaki komutan değil, bizzat kendi kafamızın içindeki gardiyanmış!

I. Faşizm: Yüksek Rütbeli Bir Paranoya Hali

Peki, “faşist olmayan bir yaşam” ne demek? Mösyö Foucault’nun reçetesi üç maddeden ibaret, hepsi de bizim gündelik hayatımızın yarası:

  1. Totalleştirici Paranoyadan Kurtulmak: Dışarıdaki her şeyi tek bir merkezden yöneten, tek bir doğruyu emreden bir güce duyulan o aşkı kesip atacaksın. Bizim milletimiz, birlikten o kadar korkar ki, her şeyi tek bir merkezde toplamak ister. Birlik, Birlik diye bağırırken, o birlik dediği şeyin, kendi zihinlerinin ve arzularının üstüne çöken kocaman bir baskı makinesi olduğunu görmez. Vah garip milletim!
  2. “Hayır” ve “Yasak” Olanın Büyüsünü Bozmak: Foucault, Batı düşüncesinin “Negatif” dedikleri o kavramlara (Hukuk, Sınır, Eksiklik, Yokluk) kutsal bir bağlılık duyduğunu söyler. Yani bizler, bir şeyin yasak olmasına bayılırız. Bir sınır konulmasına bayılırız. Sanki özgürlük, o sınırı aştığımızda değil de, sınıra itaat ettiğimizde ruhumuza sükûnet verecekmiş gibi.
  3. Kendi Baskılanmanı Arzulamamak: İşte Foucault’nun ve Anti-Oedipus’un en sarsıcı tespiti budur. Faşizm, sadece bir iktidar formu değildir; o, iktidarın kendi sömürüsünü arzulayan kitleler tarafından sevilme biçimidir!

Düşünün bizim memleketin hâlini… Devlet dairesinde bir Müdüre Hanım, gereksiz bir evrakı sırf “düzen” bozulmasın diye geri çevirdiğinde, biz isyan etmek yerine “haklı, nizam budur” diye iç çekeriz. Sokakta farklı giyinen birini gördüğümüzde, “haddini bilmeliydi” diye fısıldarız. İşte o fısıltı, Foucault’nun bahsettiği küçük, içimizdeki faşist değil de nedir?

II. Oedipus’un Zinciri ve Kendi Kendine Sansür

Deleuze ve Guattari, bu içimizdeki faşistin nasıl eğitildiğini gösterir: Oedipus kompleksi ve Aile.

Psikanaliz, dertlerimizin kaynağını “Baba-Anne-Ben” üçgeninde arar. Oysa bu iki Fransız dâhi diyor ki: O üçgen, Kapitalizmin çocuğun Arzu Makinesi’ni itaatkâr bir köleye dönüştürmek için kullandığı bir eğitim fabrikasıdır!

Aile, çocuğun sınırsız, patlayıcı arzusunu alır, onu suçluluk ile, ayıp ile, sınır ile boğar. Sonuç: Sınır, güven veren bir kafes haline gelir.

  • Bizim mahalledeki o korkak komşu gibi oluruz: Hükümet sormadan, kendimiz sansürleriz. Patron kızmadan, kendimiz mesaiye kalırız. Kimse bizi zorlamadan, kendi arzularımızı kendimiz budarız. İşte Foucault’nun kaçınmamızı istediği paranoya budur: Her an izleniyormuşuz gibi yaşama zorunluluğu!

III. Faşist Olmayan Yaşamın Yolu: Akış ve Arzu

Peki, Faşist Olmayan Yaşam nasıl kurulur?

  • Arzu Makinesini Serbest Bırak: Deleuze ve Guattari’ye göre arzu, bir Yokluktan (eksiklikten) değil, bir Üretimden ibarettir. Arzu, her şeyi yıkan devrimci bir dinamittir. Onu tek bir merkezde, tek bir doğru yolda tutmaya çalışmak faşizmdir. Onu akışa, çokluğa ve bağlantıya bırakmak özgürlüktür.
  • Küçük Farklılıkları Savun: Kendi kafanızın içindeki totalleştirici sesi susturun. Bir araya gelmek zorunda değilsiniz. Farklı seslerin, farklı akışların ve farklı arzuların bir arada olmasına izin verin.
  • Bürokrasiye Karşı Çık: Bizim ülkemizde en büyük faşist, çoğu zaman Devlet Dairesindeki Müdüre Hanım’ın imzası ve “İşlemi Sıraya Koyma” zorunluluğudur. Arzu Akışı’nı, o Katı Bürokratik Kodların dışına çıkarmak; **“Faşist Olmayan Yaşama Giriş”**in ilk pratik adımıdır.

Sonuç: Mösyö Foucault’nun o meşhur kelamı, bize kendi özgürlüğümüzün ve memleketimizin geleceğinin, boynumuza doladığımız kendi zincirlerimizi kesip atmaktan geçtiğini hatırlatıyor.

En büyük tehlike, dışarıdan gelen baskı değil; kendi baskımızı sevmemizdir. Faşizme karşı mücadele, üniforma giyenlere karşı çıkmakla değil, kendi içimizdeki komutana isyan etmekle başlar!