“İmbecilizasyon” ( Aptallaştırılma ) Nedir ?

“İmbecilizasyon” ( aptallaştırılma ) kavramı, David Cooper’ın eserlerinde, bireylerin ve toplumun kapitalist sistem tarafından bilincinin, özerkliğinin ve otantik insanlık hallerinin nasıl köreltildiğini, standartlaştırıldığını ve metalaştırıldığını açıklamak için kullanılan merkezi bir terimdir. Cooper’a göre bu süreç, iktidardaki burjuva sınıfının çıkarlarına hizmet eden geniş bir toplumsal kontrol mekanizmasının parçasıdır.

İmbecilizasyonun temel özellikleri ve bunu sağlayan mekanizmalar şunlardır:

  1. Zorla Kabul Ettirilen Normallik ve İhtiyaçlar: İmbecilizasyon, iktidar sınıfı tarafından kurnazca (kısa vadede) ve aptalca (uzun vadede) belirlenen “normallik tanımlarını” pekiştirme sürecidir. Bu, insanların gerçek ihtiyaçlarını tanımak yerine, yapay ihtiyaçların “ihtiyaç teknolojisi” aracılığıyla icat edilmesini ve dayatılmasını içerir. Bu süreç, bireyi pasif bir “tüketici” rolüne hapsederek kendi özgürlüğünü ve özgünlüğünü ifade etmesini engeller.
  2. Psiko-teknolojilerin Rolü: Cooper, “psikiyatri, psikoloji, psikanaliz ve alternatif terapi” gibi “psiko-teknolojileri” imbecilizasyonun başlıca araçları olarak gösterir. Özellikle psikanalizin “insanların orgazmik olmayan imbecilizasyonunu üreten aile koruyucu bir sistem” haline geldiğini ve bunun “para-faşist pekiştirici ideolojik bir aygıt” olarak işlev gördüğünü belirtir. Psikiyatrinin “normalleşme” ve “uyum” hedefleriyle bireyleri “kişi olmama” noktasına getirdiğini, hatta bu “imbeciliz edici formül” ile “toplam teslimiyet” sağladığını ifade eder. Modern psiko-cerrahi gibi uygulamalarla da “sapkınlığı, muhalefeti, gerçekliği bastırmak” hedeflenir.
  3. Eğitim ve Kitle İletişim Araçları Aracılığıyla Koşullandırma: Cooper’a göre “eğitimimiz, kitle iletişim araçları, popüler ve profesyonel psikoloji” yoluyla yaşanan “imbecilizasyonumuz” bu sürecin temelini oluşturur. Bu yollarla bireyler, burjuva ideolojisinin birincil aracısı olan “ailecilik” (familialism) ideolojisine koşullandırılır, böylece sisteme “itaatkar bir şekilde boyun eğmeyi, özerkliklerinden vazgeçmeyi ve umudu bırakmayı” öğrenirler.
  4. Bilinç ve Değerin Metalaştırılması: Kapitalist sistemde, bireylerin “değişim değerleriyle özdeşleşme riskiyle karşı karşıya” kaldığı, yani kendi içsel değerlerini ve özerkliklerini kaybederek bir meta haline geldikleri belirtilir. Marx’tan alıntıyla “normalliğin fakirleşmesi” olarak adlandırılan bu durum, bireyin bilincinin ve özgünlüğünün çalınmasıdır.
  5. Radikal İhtiyaçların ve Otantik İfade Biçimlerinin Bastırılması: İmbecilizasyon, orgazmik cinsellik, yaratıcı delilik ve genel olarak “özerk bir şekilde kendini ifade etme” gibi radikal ihtiyaçların bastırılmasını veya ifade edilmesinin imkansız hale getirilmesini amaçlar. Bunun yerine, “işgücü piyasası için insan gücü üretmeye” yönelik “üremeye dönük cinsellik” dayatılır.
  6. Zamanın ve Spontanlığın Yokedilmesi: Kapitalist zaman, kâr odaklı üretim sistemi tarafından koşullandırılmış olup, cinsel yaşamı “hapsetmekte” ve orgazm olasılığının koşullarını “yok etmektedir”. İşçilerin iş saatlerindeki “mekanik rutini içselleştirmesi” ve bu rutini bedenlerine yansıtması, otantik deneyim yerine mekanikleşmiş bir varoluşa yol açar.
  7. İçsel “İyiliğin” Öldürülmesi ve Yabancılaşma: Kullanıcının ilk sorusundaki endişelere yanıt olarak, Cooper’ın bakış açısına göre asıl tehlike, “sürekli nefret etmekten” ziyade, sistemin dayattığı “normalliği” pasif bir şekilde kabul etmekten kaynaklanır. Sistem, bireyleri “meta”lara dönüştürerek, yapay ihtiyaçlar peşinde koşturarak ve zamanımızı kâr odaklı üretime hapsederek zaten yabancılaştırır ve içsel zenginliğimizi fakirleştirir. Bu bağlamda, psikiyatri gibi “psikoteknolojiler,” isyanı ve “deliliği” (toplumsal normlara aykırı otantik ifadeleri) bir hastalık olarak damgalayarak “normalleşmeye” çalışır ve bireyi “kişi olmama” noktasına getirir. Bu, Cooper’a göre insanın kendi özgün varoluşunu reddetmesidir ki bu, tasavvur edilebilecek en büyük trajedidir.

İmbecilizasyona Karşı Direniş ve Kurtuluş: Cooper, bu imbecilizasyon süreçlerine karşı duruşu, “ezilmişliğimizin bilincine varmanın aldığı biçim” olarak tanımladığı “nefretin yeniden keşfi” ve “özerklik” kazanma çabasıyla ilişkilendirir. Gerçek kurtuluş, bireysel ve toplumsal bilincin yeniden kazanılması, “deliliğin” yaratıcı bir güç olarak görülmesi ve nihayetinde kapitalizme ve her türlü baskıcı sisteme karşı sürekli bir mücadele ve devrim yoluyla sağlanır.