İnsan Kötülükten Kaçabilir mi? İçimizdeki Gölgeyle Yüzleşmek
İnsanlık tarihi boyunca sorulan temel sorulardan biri şudur: İnsan doğası gereği kötü müdür, yoksa iyi mi doğar ve sonradan mı bozulur? İçimizdeki karanlık dürtüler her zaman galip mi gelecek, yoksa onlardan kaçınabilir miyiz? James Hollis’in “Why Good People Do Bad Things” (İyi İnsanlar Neden Kötü Şeyler Yapar?) adlı eseri, bu kadim sorulara derinlik psikolojisi perspektifinden çarpıcı yanıtlar sunuyor. Hollis’e göre insan ruhu, ego’nun inanmak istediği gibi tek ve birleşik bir varlık değil, her zaman “bölünmüş” ve “çok yönlüdür”. Bu bölünmüşlüğün merkezinde ise Jung’un “Gölge” adını verdiği bir kavram yatar.
İnsan Doğası ve “Gölge” Kavramı
Antik Yunan filozofu Platon, “Devlet” adlı eserinde, eğer insanlar eylemlerinin tüm sonuçlarını tam olarak anlarlarsa, doğaları gereği doğru davranacaklarını savunmuştur. Ona göre, yanlış yapmak “cahillikten” kaynaklanır. Ancak Hollis ve diğer birçok gözlemci için bu, “idealist ama naif” bir bakış açısıdır. Zira, bilinçli niyetlerimize rağmen neden kötü veya zararlı davranışlarda bulunduğumuz sorusu, insanın çok daha karmaşık doğasını gözler önüne serer.
İnsanlık halinin bu karanlık yönüne Judeo-Hristiyan geleneğinde “ilk günah” denirken, derinlik psikolojisi bunu Carl Jung’un “Gölge” kavramıyla açıklar. Gölge, kendimizde rahatsız edici bulduğumuz, bilinçdışına ittiğimiz veya kabul etmekten korktuğumuz tüm yönleri kapsar. Hollis, Gölge’nin salt “kötülükle” eş anlamlı olmadığını, ancak ego’nun veya kültürün kötü olarak değerlendirdiği unsurları içerebileceğini belirtir. Hatta Gölge, “iyi, iyileştirici, gelişimsel enerjiler” bile barındırabilir ve bunlara erişim, daha büyük bir bütünlüğe yol açar. Bilinçli hale getirilmeyen her şeyin, hayatlarımızı ve dünyayı rahatsız etmeye devam edeceğini unutmamak önemlidir. Terence’in binlerce yıl önceki sözleri bu durumu özetler: “İnsana dair hiçbir şey bana yabancı değildir”.
Kötülüğün Dört Hali: Kendimizden Kaçış Yolları
Hollis, Gölge’nin yaşamlarımızda dört temel şekilde tezahür ettiğini söyler:
- Bilinçdışında Kalması: En sık karşılaşılan durumdur. “Neyin bilinçdışı olduğunuzu bana söyleyin?” sorusuna kimse cevap veremez, çünkü tanımı gereği bilmediğimiz şeyi bilmeyiz. Ancak bu bilinmezlik, değerlerimize ve seçimlerimize sızar, başkalarına farkında olmadan zarar vermemize neden olur. Kendi konumumuzu haklı çıkarmak için kullandığımız “hazır rasyonalizasyonlar”, Gölge’ye karşı savunmamızın kesin işaretlerindendir.
- Başkalarına Yansıtılması (Projeksiyon): Kendimizde yüzleşmekten korktuğumuz veya kabul etmediğimiz yönleri başkalarına yansıtırız. Bu, karşımızdaki kişiyi veya grubu “düşman” olarak görmemize, hatta onlardan nefret etmemize neden olur. “Başkalarında nefret ettiğimiz şey, kendimizde nefret ettiğimizdir”. Bu projeksiyonlar, ilişkilerimizi bozar ve gerçeği çarpıtır. Kimse bilinçli olarak yansıtma yapmaz; tam da bu yüzden yansımalar bu kadar güçlü ve zorlayıcıdır.
- Benliği Ele Geçirmesi (Possession): Gölge’nin bilincimizi ele geçirmesi durumunda, büyük bir enerji akışı hissederiz ve bu enerji bizi istenmeyen, çoğu zaman yıkıcı eylemlere sürükleyebilir. Bu durumda, “haklı olduğuna körü körüne inanan dindarlar en tehlikeli olanlardır, zira getirdikleri zararı en az bilirler”. Kolektif olarak bu durum, savaşlar, linç çeteleri ve diğer barbarlıklarla sonuçlanabilir.
- Bilince Entegrasyon: Bu, Gölge ile yüzleşmenin en zorlu ancak en dönüştürücü yoludur. Aynada kendi yüzümüzü gördüğümüzde yaşadığımız şok ve alçakgönüllülük, “daha geniş bir bilinç” ve kendimize ve başkalarına karşı “daha az tehlikeli” olma potansiyeli sunar. Jung’a göre, Gölge’yi bilinçli hale getirmek “önemli bir ahlaki çaba” gerektirir.
Kötülükle Yüzleşmek: Gölge Çalışması
Peki, bildiğimiz “iyi”yi neden yapamayız? Havari Pavlus’un mektuplarındaki “Bildiğim iyiyi yapmıyorum” ifadesi, bu paradoksun özünü yansıtır. Bunun nedenleri arasında ego’nun kibiri, seçimlerimizin karmaşık sonuçlarını tam olarak anlayamamak ve bilinçdışı komplekslerin bizi ele geçirme gücü yer alır. Psikopatoloji, kelimenin tam anlamıyla “bir ruhun çektiği acının ifadesi” anlamına gelir.
Gölge çalışması, bilinçdışının “sorununun bilinçdışı olması” gerçeğiyle başlar. Direndiğimiz şey devam eder. Bu çalışma, benliğimizin bağımsız enerji sistemleri olan komplekslerle diyaloğa girmeyi gerektirir. Ego’nun kırılganlığını savunmak için kullanılan inkar, kaçınma, bastırma ve yansıtma gibi stratejiler, aslında Gölge’yi daha da derinlere iter ve sorunları kronikleştirir.
Paradoksal olarak, Gölge’nin olumlu yönleri de vardır. Bastırılmış veya göz ardı edilmiş doğal yeteneklerimiz, yaratıcı dürtülerimiz ve otantik tepkilerimiz de Gölge’nin parçasıdır. Örneğin, bastırılmış öfke depresyona veya fiziksel hastalıklara yol açabilir, ancak doğru kanalize edildiğinde kararlılık ve çözüm gücüne dönüşebilir. Cinsellik de güçlü bir Shadow alanıdır; yasaklandığında veya aşırı kısıtlandığında patolojik sonuçlar doğurabilir, ancak doğal bir yaşam gücüdür.
Gölge çalışması, kendimizi olduğu gibi kabul etmeyi, “sevilemez yerlerimizi sevmeyi” gerektirir. Bu, kırılganlıklarımızı, gizli gündemlerimizi ve çelişkili motivasyonlarımızı kabul etme sürecidir. Nihai görevimiz “iyilik” değil, “bütünlüktür”. Bütünlük, karşıtları kucaklamayı gerektirir; ışığı kadar karanlığını da gören bir insan, daha az tehlikeli ve daha otantik olur.
Kötülük Kazanacak mı? Geleceğe Yönelik Bir Bakış
İnsanlığın içindeki Gölge, kişisel ve kolektif düzeyde sürekli varlığını sürdürecektir. Hollis, “İnsanlık, teknoloji ve toplumsal ilerlemenin kutlaması olarak başlatılan ancak daha sonra savaş ve barbarlığa yol açan ‘Kristal Saray’ gibi yanılsamalarla kendi kendini kandırma kapasitesine sahiptir” der. Adolf Eichmann gibi sıradan insanların bile “canavarca” kötülükleri nasıl işleyebildiği gerçeği (“kötülüğün sıradanlığı”), Gölge’nin her birimizin içinde nasıl gizlendiğini gösterir.
Ancak bu, umutsuzluğa kapılmak anlamına gelmez. Gölge’nin varlığını inkar etmek, onun daha da güçlenmesine ve bilinçdışı yollarla kendini ifade etmesine neden olur. Gölge çalışması “rahatsız edici” olsa da, onsuz hayat çok daha sorunludur. Jung’un dediği gibi, “Bilinç var olur ve onu genişletme ve derinleştirme dürtüsü vardır, çünkü bilinç olmadan işler daha kötü gider”.
Kötülükten kaçınmak için kendimizi inkar etmek yerine, içimizdeki Gölge’yi tanımalı, onunla yüzleşmeli ve onu bütünlüğümüze katmalıyız. Bu, ömür boyu sürecek “istikrarlı bir çalışma”dır. Kendi Gölgemizle yüzleşmek, başkalarını suçlamaktan vazgeçip kendi sorumluluğumuzu almanın ilk adımıdır. Zira “dünyadaki her yanlışlık, kişinin kendi içindedir ve sadece kendi Gölgesiyle başa çıkmayı öğrenirse, dünya için gerçek bir şey yapmış olur”.
Sonuç olarak, kötülük içimizde her zaman bir potansiyel olarak var olacak, ancak onun kazanıp kazanmayacağı, bireysel ve kolektif olarak ona nasıl yaklaştığımıza bağlıdır. Gölge’yi bir düşman olarak görmek yerine, onu kendi özümüzün bir parçası olarak kabul etmek ve onunla bilinçli bir diyalog kurmak, hem kişisel iyileşmenin hem de dünyanın onarımının başlangıcıdır. “Tikkun olam” (dünyanın iyileşmesi) kendimizden başlar.


