Masalların Fısıldadığı Sır: Jung, Otizm ve “Eksik” Görünenin Bilgeliği

Masalları düşünün. Çaresiz kalmış bir kahraman, imkânsız bir görevle yüzleştiğinde ormanın derinliklerinden bilge bir yaşlı adam çıkar gelir. Bazen konuşan bir tilki, bazen de esrarengiz bir cüce… Kahramanın aklına bile gelmeyecek bir çözüm sunar ve yol gösterir.

Psikolojinin derin sularında yüzen Carl Gustav Jung için bu figürler, basit hikâye unsurları değildi. Onlar, kolektif bilinçdışımızın en temel yapıtaşlarından biri olan **”Ruh Arketipi”**nin yansımalarıydı. Peki, bu kadim arketipin bize 21. yüzyılda otizm, engellilik ve “normal” dediğimiz dar kalıplar hakkında fısıldadığı sırlar olabilir mi?

1. Bilge Yaşlı Adam: Beklenmedik Yerden Gelen Bilgi

Jung’a göre “Bilge Yaşlı Adam”, kahraman kendi aklı ve kaynaklarıyla bir durumu çözemediğinde ortaya çıkar. İçgörü, anlama ve bilgelik eksikliğini telafi eder.

Şimdi bu dinamiği modern topluma uygulayalım. “Kahraman” burada, kendi rasyonel, lineer ve sosyal olarak kodlanmış düşünce sistemine sıkışıp kalmış nörotipik (toplumsal olarak “normal” kabul edilen) zihniyeti temsil etsin. Bu zihniyet, verimlilik, sosyal uyum ve öngörülebilirlik üzerine kuruludur. Ancak bu sistem, kendi kör noktaları nedeniyle bir krizle karşılaştığında – anlam krizi, yaratıcılık eksikliği, duygusal kopukluk – tıkanır kalır.

İşte tam bu noktada, toplumun genellikle “kenara ittiği” nörodiverjan veya engelli birey, o “Bilge Yaşlı Adam” rolünü üstlenebilir.

  • Otistik Bakış Açısı: Sosyal normları içselleştirmek yerine sistemleri ve kalıpları farklı bir mantıkla analiz eden otistik bir birey, şirketin kimsenin fark etmediği verimsiz bir sürecini veya bir projedeki temel mantık hatasını bir anda ortaya çıkarabilir. O, kahramanın göremediği “gizli yolu” gösteren bilgedir.
  • Engellilik Deneyimi: Fiziksel engellerle yaşayan bir birey, erişilebilirlik ve evrensel tasarım konusunda, engeli olmayan bir mühendisin asla düşünemeyeceği pratik ve derin bir bilgeliğe sahiptir. O, “bu engeli nasıl aşarsın?” sorusuna en yaratıcı cevabı veren “yardımcı figür”dür.

Bu perspektif, otizmi veya engelliliği bir “eksiklik” olarak değil, farklı bir bilme biçimi olarak konumlandırır. Bu, Jung’un ruh figürünün, kahramanın bilinçli egosunun dışında bir kaynaktan gelmesiyle birebir örtüşür.

2. Üç Ayaklı At: Kusurun Kurtarıcı Gücü

Jung’un analizindeki en güçlü metaforlardan biri, dört ayaklı (bütünlük) ve üç ayaklı (kusurlu, eksik) atlar arasındaki gerilimdir. Masalda kahramanın bütünlüğe ulaşması, tam da bu “eksik” olan dördüncü fonksiyonu (üç ayaklı atın dördüncü bacağı) entegre etmesiyle mümkündür.

Bu, engellilik ve otizm tartışmalarının tam kalbine inen bir metafordur:

  • Tıbbi Model vs. Sosyal Model: Tıbbi model, otizmi veya engelliliği “üç ayaklı bir at” olarak görür; yani “dördüncü bacağı eksik” olan, onarılması, düzeltilmesi gereken “hatalı” bir varlık. Tüm odak, eksik olan bacağı yerine koymaktır.
  • Jung’un Fısıltısı: Oysa Jung’un masal analizi bize şunu söyler: Kurtuluş, o eksik görünen dördüncü bacağı “düzeltmekle” gelmez. Aksine, o “eksiklik” olarak görülen şeyin bilgeliğini ve gücünü sisteme dahil etmekle gelir. Masaldaki karanlık ve kötü ruhun, kurtuluşun enstrümanı (causa instrumentalis) olması gibi, toplumun “kusurlu” veya “anormal” olarak etiketlediği şey, aslında kolektif bütünlüğe ulaşmanın anahtarıdır.

Toplum, otistik bir bireyi sosyal becerilerden “yoksun” (üç ayaklı) olarak etiketleyebilir. Ancak bu bireyin derin odaklanma yeteneği (hiperfokus), dürüstlüğü ve kalıpları tanıma becerisi, toplumun duygusal manipülasyon ve yüzeysellikten oluşan “dördüncü, aşağı fonksiyonunun” panzehiridir.

Eleştirel Bir Sonuç: insan olmanın geniş ve çeşitlilik içeren spektrumunu kabul etmektir.

  • Tehlike: “Bilge yaşlı otistik” veya “sihirli engelli” gibi klişelere düşerek bireyleri romantikleştirme ve onlara gerçekçi olmayan bir misyon yükleme tehlikesi vardır. Unutmamalıyız ki onlar, arketipik birer figür değil, kendi zorlukları ve arzularıyla yaşayan insanlardır.
  • Gerçek Görev: Asıl bireyleşme (bütünleşme) süreci, nörodiverjan bireylerin kendilerini topluma “düzeltmeleri” değil, toplumun kendisinin o “karanlık, khthonik (yeraltı)” olarak gördüğü farklı işleyiş biçimlerini bilinçli bir şekilde sistemine entegre etmesidir.

Sonuç olarak, Jung’un masal analizi bize şunu gösterir: Bir toplum olarak ilerlemenin yolu, herkesi aynı “dört ayaklı at” yapmaya çalışmaktan geçmiyor. Belki de asıl bilgelik, üç ayaklı atın kendine özgü ritmini ve dansını öğrenmekte, onun bizi götürebileceği, daha önce hiç hayal etmediğimiz patikaları keşfetmekte yatıyordur.