Nietzsche’nin ebedi dönüş ve değerlerin yeniden değerlendirilmesi kavramları çerçevesinde Oblomov’un pasifliğini nedir?
1. Ebedi Dönüş ve Oblomov’un Zamansızlığı
Nietzsche’nin en sarsıcı ve en zorlayıcı kavramlarından biri olan ebedi dönüş, yalnızca kozmolojik değil, aynı zamanda etik bir sınavdır. Varsayım şudur: Yaşamın her anı, her seçim, her acı ve her sevinç sonsuza dek aynı biçimde, tekrar tekrar yaşanacak olsaydı, sen buna “evet” diyebilir miydin? Bu soru, insanın yaşamına verdiği değeri ölçmenin radikal bir yolu hâline gelir. Nietzsche, yaşamı bu kadar büyük bir coşkuyla evetleyebilen, onu tekrar tekrar yaşamaya gönüllü olabilen kişiyi “evet diyen” (Ja-sagender) olarak idealize eder.
Bu noktada Oblomov’un durumu bir kırılma yaratır. Oblomov’un yaşamı neredeyse zamandan arındırılmış gibidir: günler birbirine benzer, hiçbir dramatik eylem gerçekleşmez, belirgin bir gelişme ya da değişme olmaz. Bu ritimsizlik, ebedi dönüş fikrinin karanlık bir karikatürüne dönüşür: Eğer hayat bu şekilde, Oblomov’un yaşadığı gibi, sürekli tekrarlanacak olsaydı —bu tekrar, yaşama bir anlam katmak bir yana, onu adeta boğucu bir döngüye sokmaz mıydı?
Oblomov’un hayatına dışarıdan bakıldığında onun yaşamı, ebedi dönüşün yükünü taşıyabilecek bir varoluş olmaktan uzaktır. Çünkü orada ne tam bir “evet” vardır ne de dönüştürücü bir irade. Nietzsche açısından bakıldığında, bu tür bir tekrar, yaşama değil, ölümün sürekliliğine işaret eder. Oblomov’un günleri bir diğerinin kopyasıdır; bu da ebedi dönüş fikrine verilecek en olumsuz cevabı simgeler: Hayır, bu yaşam tekrar etmeye değmez.
⸻
2. Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi: Oblomov’un Tembelliği Bir Erdem mi?
Nietzsche’nin bir diğer temel projesi olan değerlerin yeniden değerlendirilmesi, Batı ahlakının temellerini sarsan bir düşünsel başkaldırıdır. Ona göre geleneksel ahlaki değerler (alçakgönüllülük, itaât, sefaletin yüceltilmesi vs.) aslında güçsüzlerin iktidara karşı geliştirdiği bir “köle ahlakı”nın ürünüdür. Nietzsche, buna karşılık yaşamı, gücü, bireysel yaratımı ve trajik bilinçle yaşamı evetlemeyi esas alan bir “efendi ahlakı”nı savunur. Bu çerçevede değerlendirildiğinde, her değer yeniden sorgulanmalı, yaşama hizmet etmeyen her yargı yerinden edilmelidir.
Bu bağlamda ilginç bir soru doğar: Oblomov’un pasifliği, modern üretkenlik toplumuna karşı alternatif bir değer mi sunar, yoksa Nietzsche’nin deyimiyle, yalnızca “güçsüzlerin ahlâkı”nın bir devamı mıdır?
Eğer Oblomov’un hareketsizliği, bilinçli bir değer seçimi olsaydı —yani yaşamı farklı, yaratıcı bir tarzda yeniden yorumlama çabası— o zaman Nietzscheci bir bağlamda savunulabilir bir yaşam biçimi olurdu. Fakat Oblomov ne yeni bir değer yaratır, ne de eski değerleri sorgular. Onun tembelliği, var olan değerlere bir başkaldırı değil, onlardan ürkerek geri çekilmedir. Bu geri çekilme, Nietzsche’nin ressentiment (içerleme) kavramına yakın bir edimdir: güçsüzlükten doğan bir içe kapanma.
Dolayısıyla, Oblomov’un yaşam tarzı Nietzsche’nin önerdiği değer devrimini gerçekleştirmekten ziyade, değerlerden çekilme ve anlamdan kaçışla biçimlenmiştir. Bu durum, efendi ahlâkı yaratma cesareti yerine, köle ahlâkının edilginliğini yeniden üretir.
⸻
Oblomov, Ebedi Dönüşün Evetini Veremez
Nietzsche’nin ideal bireyi, yaşamı yaratıcı bir iradeyle biçimlendiren, trajediyi göze alarak kendi değerlerini kuran ve bu hayatı sonsuz kez yaşamayı isteyecek kadar onu seven kişidir. Oblomov ise bu profilin tam karşıtıdır: yaşamdan geri çekilen, acıdan ve seçimden kaçınan, varlığını donuk bir alışkanlıklar çerçevesinde sürdüren bir figür. O, ebedi dönüşü düşünseydi, büyük ihtimalle dehşete kapılırdı. Çünkü onun yaşamı, tekrarlanmak istenen bir varoluş değil, mümkünse unutulmak istenen bir durgunluktur.
Nietzsche açısından bakıldığında, Oblomov’un hayatı trajik değil; trajediden bile kaçan bir hayattır.Ve işte bu yüzden, onun kaçışı Nietzsche felsefesiyle derin bir çelişki içindedir. Zira Nietzsche’nin gözünde “kaçış”, sadece ölümün başka bir biçimidir — yaşamı doğuran güç istencine karşı duyulan korkunun maskelenmiş hali.