Nietzsche’nin “insanın kendi kaderini seçme” fikriyle Oblomov’un kaçışı çelişir mi?

Oblomov’un hayata karşı geliştirdiği pasif ve edilgin tavır, ilk bakışta Nietzsche’nin “kendi kaderini seçen insan” anlayışıyla açık bir çelişki içindeymiş gibi görünür. Gerçekten de, Nietzsche’nin irade, güç, eylem ve kendini aşma felsefesi; Oblomov’un ataleti, eylemsizliği ve dünyadan geri çekilişiyle derin bir gerilim içindedir. Ancak bu çelişki, sadece yüzeyde kalındığında belirgindir. Derinlemesine felsefi bir çözümleme yapıldığında, Oblomov’un kaçışının Nietzscheci düşünceyle nasıl ilişkilenip nasıl ondan ayrıştığı daha net görülebilir.

Nietzsche’nin “Kaderini Sevmek” ve “Kendi Yazgısını Yaratmak” Fikri

Nietzsche için insan, yalnızca dünyaya fırlatılmış bir varlık değil, kendi varoluşuna biçim verebilecek kudrette bir varlıktır. Bu bağlamda onun felsefesinde öne çıkan iki temel kavramdan söz etmek gerekir:

1. Amor fati (kaderini sevmek): Nietzsche’ye göre en yüce birey, başına geleni olduğu gibi kabullenen değil, olanı aktif olarak isteyen ve ona aşk ile bağlanan kişidir. Bu tavır, edilgin bir kabulleniş değil, yaratıcı bir onaydır: “Böyle olsun istiyorum, böyle olsun diyeceğim.”

2. Übermensch (üstinsan): Bireyin kendi değerlerini kendisinin yaratması, dışsal otoriteleri ve geleneksel ahlakı aşarak kendini gerçekleştirmesi anlamına gelir. Üstinsan, hayatı bir sanat eseri gibi inşa eden, kendi yazgısının mimarı olan kişidir.

Bu iki kavram bir araya geldiğinde Nietzsche’nin etik vizyonu netleşir: İnsan, varoluşunu yüklenmeli, yaşamı olumlamalı ve kendi kaderinin sorumluluğunu üstlenmelidir. Kader bir zorunluluk değil, üstlenilmesi ve biçimlendirilmesi gereken bir görevdir.

Oblomov’un Kaçışı: Kaderden Kaçış mı, Yoksa Kaderin Sessiz Kabullenişi mi?

Oblomov ise tam tersine, yaşamın taleplerinden, karar vermekten, toplumsal rollerden ve hatta kişisel dönüşümden geri çekilen bir figürdür. Onun karakteristik özelliği, eylemsizliktir. Hayatın ona sunduğu olasılıkları değerlendirmez, karşılaştığı yol ayrımlarında tercihte bulunmaktan kaçınır ve giderek kendi içine kapanır. Bu haliyle Oblomov, Nietzsche’nin en çok eleştirdiği türden bir varoluş sergiler: “Sürü insanı” ya da daha da kötüsü, “son insan”.

Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt’te tasvir ettiği son insan, artık arzusu kalmamış, kendini aşma güdüsünü yitirmiş, güvenliğe ve rahata sığınmış bir figürdür. Bu insan artık acı çekmez, çünkü artık risk almaz. Oblomov da benzer şekilde, dönüşüm getirebilecek her tür karardan, belirsizlikten, acıdan ve çabadan kaçınır. Onun varoluş biçimi, bir tür entropik teslimiyettir: Hayatla arasındaki bağı kesmeden, tamamen kopmadan, fakat bir o kadar da irade dışı bir suskunlukla yaşar.

Oblomov’un Seçmeyişi, Bir Seçim midir?

Ancak burada önemli bir felsefi soru ortaya çıkar: Kaçmak da bir tür seçim olabilir mi? Eğer Nietzsche’nin kendi kaderini yaratma fikrini radikal bir özgürlük anlayışı olarak yorumluyorsak, o hâlde bireyin eylemsizliği seçme hakkını da dışlayamayız. Yani Oblomov’un kaçışı, eğer gerçekten bilinçli ve özgür bir tercihse —tıpkı Bartleby’nin “yapmamayı tercih ederim” tavrı gibi— o zaman bu kaçış, sistemin dayattığı yazgıya karşı pasif bir devrim niteliği taşıyabilir.

Ne var ki, burada Oblomov’un trajedisi belirginleşir: Onun kaçışı ne aktif bir kader seçimi ne de kendi yaşamına biçim verme çabasıdır. Aksine, onun pasifliği, isteme gücünün tükenmesinden kaynaklanır. Bu da onu Nietzsche’nin “güç istenci” kavramının zıddı hâline getirir. Nietzsche’ye göre yaşam, daima genişlemeyi, kendini aşmayı ve etkin olmayı ister. Oblomov ise kendini daraltır, içeri çekilir, statik bir özneye dönüşür.

Oblomov, Nietzscheci Öznenin Anti-Tezidir

Son kertede Oblomov’un kaçışı, Nietzsche’nin “kendi kaderini seçen ve seven insan” idealiyle temel bir çelişki içindedir. Oblomov ne kaderini sever, ne de ona yön verir; kaderle baş başa kalmayı dahi göze almaz. Onun yaşamı, seçimsizliğin, ertelemenin ve edilginliğin zaman içinde donarak bir varoluş biçimine dönüşmesidir. Nietzsche açısından bu, yaşamı olumlamaktan uzak, nihilizmin edilgin biçimi olan bir dekadans hâlidir.

Nietzsche’nin çağrısı, “Yaşamı tüm yüküyle omuzla ve onu yeniden yeniden iste!” şeklindeyken, Oblomov’un sessiz cevabı şudur: “Bırak, olduğu gibi sürsün; belki hiç başlamasa daha iyiydi.” Bu iki tavır, insanın varoluşuna verdiği cevabın iki zıt kutbunu oluşturur: Biri Dionysosça bir coşku ve yaratım, diğeri ise kararsız bir suskunluk ve tükeniş.