Normal Değilsen Hastasın: Engelliliğin Görünmez Tarihi
Yazan: Jungish
Azizim,
Toplum, o pek dar “normal” kalıbına sığmayan herkesi nasıl acımasızca kullanıldığını fark etmek önemlidir.
1. “Hastalık İcat Etme” Atölyesi: Özgürlükten Otizme
“Benim istediğim gibi davranmıyorsan, normal değilsin; normal değilsen, hastasın!” Bu, efendim, toplumsla sistemlerin en temel formülüdür.
Bir çocuğun, diğerleri gibi oynamayıp, saatlerce tek bir oyuncağın desenini incelemesi, kendi dünyasında mutlu olması… Bu, bir vakitler “hastalık” değil, sadece “huy” idi. Lakin modern psikiyatri, bu farklılığı aldı, ona “otizm” dedi ve onu bir “bozukluk” olarak tarif etti. Tıpkı kölenin hürriyet arzusunun bir “hastalık” olarak yaftalanması gibi, bir çocuğun farklı bir zihinle dünyayı deneyimlemesi de bir “eksiklik” olarak kodlandı.
Oysa mesele neydi? O çocuk, “bozuk” değildi. Sadece toplumun o gürültülü, o kaotik “normal”ine uymuyordu. İktidar (ister siyasi olsun, ister sosyal), kendi normunu dayatmak için farklı olanı her zaman “hasta” ilan etmiştir.
2. “Tedavi” Adı Altındaki Zulüm: Kırbaçtan Terapiye
Normalleşmen için seni zorla, acıyla “normal” davranmaya mecbur etmek günümüzün en bilinen eğitim modeli.
Şimdi bir de otizmli bireylere ve engellilere reva görülen o meşhur “tedavileri” düşünün. Tarihteki o lobotomileri, o buz banyolarını bir kenara bırakalım, bugüne gelelim. Birçok otistik yetişkinin, çocukken maruz kaldıkları bazı yoğun davranış terapilerini, “ruhsal bir kırbaçlama” olarak anlattığını hiç duydunuz mu?
Amaç, o çocuğun dünyayı nasıl algıladığını anlamak, ona kendi olduğu gibi mutlu olacağı bir ortam sunmak değildir. Amaç, onun “anormal” davranışlarını (mesela ellerini çırpmasını, göz teması kurmamasını) bastırmak, onu dışarıdan “normal” görünen bir robota çevirmektir. Tıpkı kırbacın, kölenin ruhundaki hürriyet arzusunu değil, sadece kaçma eylemini durdurması gibi… Bu “tedaviler” de çoğu zaman otistik bir bireyin iç dünyasını iyileştirmez, sadece onun dış dünyaya uyum sağlamak için kendini gizlemesine, yani “maskelemesine” neden olur. Bu da bir nevi zulümdür.
3. Şahitliğin İptali: “Sen Anlamazsın, Çünkü Sen Öylesin!”
Engelli ve otistik bireylerin her gün yaşadığı bir tecrübedir.
- Acı içinde kıvranan ama konuşamayan bir engelli çocuğun ağlaması, “hastalığının bir parçası” olarak görülür, gerçek bir acı sinyali olarak değil.
- Otistik bir birey, maruz kaldığı bir terapinin kendisine zarar verdiğini söylediğinde, “Bu senin direnişin, hastalığının bir belirtisi,” denilerek susturulur.
- Duyusal olarak aşırı yüklenmiş bir otistik, bir ortamdan çıkmak istediğinde, bu “kapris” veya “uyumsuzluk” olarak yaftalanır.
Yani, sizin en hakiki, en meşru hissiniz, şikayetiniz veya gerçeğiniz, alnınıza yapıştırılan o teşhis damgası yüzünden geçersiz kılınır. Sizin adınıza konuşan, sizin ne hissettiğinizi sizden daha iyi bildiğini iddia eden bir “uzmanlar” ordusu peyda olur. Sizin şahitliğiniz, daha en başından iptal edilmiştir.
Velhasıl kelam, siyasi bir muhalifi “deli” diye tımarhaneye kapatan zihniyetle, otistik bir çocuğu “normal değil” diye kırbaçlayan zihniyet, aynı karanlık kaynaktan beslenir. İkisi de, kendi daracık “normal” tanımına uymayan her şeyi bir tehdit olarak görür ve onu tıp biliminin o pek haşmetli otoritesini kullanarak ezmeye, susturmaya ve yok etmeye çalışır.
Bu yüzden, bir muhalifin haksız yere akıl hastanesine kapatılmasına karşı çıkmakla, bir engellinin kendi hayatı hakkında söz sahibi olma hakkını savunmak, aynı mücadelenin iki farklı yüzüdür. Bu, aklın ve insan onurunun, “normal”in tiranlığına karşı verdiği bir haysiyet mücadelesidir.


