Normallik İmparatorluğu

“Normallik İmparatorluğu” (Empire of Normality) olarak adlandırılan kavram, Robert Chapman’ın eserinde, “normal” ve “anormal” arasındaki kavganın sadece yüzeysel bir tıbbi veya bilimsel tanımlama olmadığını, aksine kapitalist tahakkümün derinliklerine işlemiş, tarihsel, ekonomik, sosyal ve ideolojik bir aygıt olduğunu ortaya koyar. Bu kavganın derinliği, aşağıdaki unsurlarla açıklanır:

  • Tarihsel ve Ekonomik Kökenler:
    • Harmoniden Mekanik Normalliğe Geçiş: Antik dünyada sağlık, birey içindeki veya birey ile çevre arasındaki bir denge ve harmoni meselesi olarak görülürken, kapitalizmin yükselişi ve Sanayi Devrimi ile birlikte beden ve zihin birer makine gibi algılanmaya başlandı. Sağlık artık bir harmoni değil, mekanik bir “doğru çalışma” meselesi haline geldi. Bu yeni ekonomik sistem, insanların üretkenlik potansiyellerine göre “çalışan” veya “bozuk” makineler olarak yorumlanmasını destekledi.
    • İstatistiksel Normun İcadı: Belçikalı istatistikçi Adolphe Quetelet’in “ortalama insan” kavramı, insan özelliklerini istatistiksel normlara göre ölçme ve sıralama bilimini başlattı. Bu, “normal”i “doğruluk” ve “mükemmellik” ile ilişkilendirirken, sapmaları “hata” veya “ucube” olarak damgaladı.
    • Galton Paradigması ve Öjeni: Charles Darwin’in evrim teorisiyle Quetelet’in istatistiksel analizlerini birleştiren Francis Galton, zihinsel yetenekleri sıralayan bir “patoloji paradigması”nın temellerini attı. Bu sistem, sanayi kapitalizminin bilişsel hiyerarşilerini (sınıf, ırk, cinsiyet) doğallaştırdı ve bilimsel meşruiyet kazandırdı. Galton’a göre ortalama olmak ideal değildi; önemli olan “dahilik” düzeyinde olmak ve ırkın “dejenere” olmasını engellemekti. Bu düşünceler öjenik hareketin yayılmasına ve hatta Nazilerin kitlesel kıyımlarına zemin hazırladı.
  • Kapitalizmin İhtiyaçları ve Normalliği Şekillendirmesi:
    • Üretkenlik Odaklılık: Kapitalizm, standartlaştırılmış işgücüne olan ihtiyacı nedeniyle, “sağlıklı” ve “normal” olmanın üretkenlikle eşanlamlı hale gelmesini teşvik etti. İnsanlar, ekonomik sistemin ihtiyaçlarına göre uyumlu olup olmadıklarına göre değerlendirildi.
    • “Fazla Nüfus”un Yönetimi: Kapitalizm, bir yandan yedek işgücü ordusu olarak kullanabileceği bir “fazla nüfus” sınıfı (işsizler, engelliler) yaratırken, diğer yandan bu sınıfı değersizleştirir ve kontrol etmeye çalışır. Neurofarklılık, sistemin bir “hatası” değil, “özelliği” olarak bu fazla nüfusun önemli bir parçası haline gelir.
    • Neoliberalizm ve Bireyselleşme: Neoliberal dönemde, sağlık ve üretkenlik arasındaki bağ daha da sıkılaştı. Zihinsel sağlık sorunları ve engellilik, bireysel kusurlar olarak çerçevelenerek, devletin destek sağlama sorumluluğu azaltıldı. “Normallik İmparatorluğu,” bireyi “normal” ve “anormal” olarak sınıflandırarak hiyerarşiler oluşturan, bu hiyerarşileri bilimsel olarak meşrulaştıran ve bireylerin üretkenlik potansiyellerine göre değerlendirildiği kapsamlı bir tahakküm aygıtıdır.
  • Mücadelenin Derinliği – Neden Sadece Liberal Yaklaşımlar Yeterli Değil?:
    • Sistemik Sorun: Patoloji paradigması, çeşitli grupların veya bireylerin çıkarlarından değil, doğrudan kapitalizmin temel mantıklarından kaynaklanır ve onunla iç içe geçmiştir. Bu nedenle, mevcut liberal, hak temelli yaklaşımlar (otizm dostu saatler, duyusal odalar, kapsayıcı işyerleri gibi kazanımlar sağlasa da), sistemik bir değişime yol açmada sınırlıdır. Bu yaklaşımlar, psikiyatristler ve politikacılar tarafından “neuroçeşitlilik-lite” adı altında benimsenerek, patoloji paradigmasını ve siyasi düzeni temelde sorgulamadan bırakır.
    • Neuro-Thatcherism Tehlikesi: Kapitalizm, neuroçeşitlilik hareketini kendi çıkarına adapte edebilir. Şirketler, neurofarklı bireyleri “neuro-Thatcherism” adı verilen bir süreçle üretkenlik için yeni bir kaynak olarak görebilir. Bu, bireyleri istihdama soksa bile, derin yapısal baskıları ortadan kaldırmaz ve asıl özgürleşmeyi sağlamaz.
    • Çelişkiler ve Çift Taraflı Baskı: Kapitalizm, kolektif üretkenlik için grup düzeyinde neuroçeşitliliğe ihtiyaç duyar, ancak aynı zamanda neurofarklı insanları değersizleştirir ve kontrol etmeye çalışır. Marx’ın “yabancılaşma” kavramı gibi, sistem herkesi zararlı bir “neuronormatif ikileme” sokar: Ya işçi olarak sömürülüp hasta/engelli hale gelene kadar değer verilirler ya da “fazla nüfus”un bir parçası olarak değersizleştirilir ve ayrımcılığa uğrarlar. Bu durum, kapitalizm altında gerçek özgürleşmenin mümkün olmadığını gösterir.
    • Anti-Psikiyatri Hataları: Anti-psikiyatri hareketi, psikiyatrinin kontrol edici yönlerini doğru bir şekilde eleştirse de, zihinsel hastalığın veya engelliliğin “gerçekliğini inkâr etme” hatasına düşerek, kapitalizmin kaynak ve destek sağlamama politikasını meşrulaştırmış olabilir. Bu, sorunun temelini sadece ideolojik inançlarda görme, yani “idealist” bir yaklaşım sergileme hatasıdır.

Bu nedenle, “normal ve anormal” arasındaki kavga, sadece bireysel farklılıkların kabulü veya bilimsel sınıflandırmaların değiştirilmesiyle değil, kapitalizmin temel yapılarını ve onun dayattığı üretkenlik, verimlilik ve norma uygunluk standartlarını radikal bir şekilde dönüştürmeyi gerektiren derinlemesine bir mücadeledir. Gerçek özgürleşme, “Normallik İmparatorluğu”nun kendisiyle mücadele etmeyi içerir.