Nöro-Norm Mahallesi’ne Karşı Genetik İsyan

Mahalle hayal edelim. Adı: Nöro-Norm Mahallesi.

Herkes aynı apartman dairesinde oturuyormuş gibi:

  • Aynı perdeler,
  • Aynı salon takımı,
  • Aynı “kariyer hedefleri”,
  • Aynı “mutluluk reçeteleri”.

Bir de kapının üstünde küçük bir plaket:

“Bu binada herkes normaldir. Lütfen sıra dışılıklarınızı kapıda bırakınız.”

Emmi Bevensee’nin “Genetic Engineering Against Neuro-Normativity!” yazısı tam da bu apartmanı hedef alıyor:
“Benim gibi beyinleri, bedenleri, cinsiyetleri, yönelimleri farklı olanları, yani nöro-çeşitli insanları ‘düzeltmeye’ çalışan dünyaya karşı, gelin genetiği tersine kullanalım,” diyor kabaca.

Ve ekliyor:

“Madem genetik mühendislik var, neden kendimizi ‘daha normal’ değil, daha tuhaf yapmak için kullanmayalım?”

Hüseyin Rahmi yaşasa, eminim şöyle yazardı:

“Madem kader kalemini elimize verdiler, eh, bari tek tip memur çehresi değil de, biraz da kertenkele kraliçe kaşı gözü çizelim.”


1. Twilight Zone’dan Nöro-Norm Apartmanı’na

Yazı, eski bir The Twilight Zone bölümünden yola çıkıyor: “Number 12 Looks Like You.”
Orada insanlar belli sayıda “ideal güzellik” modelinden birini seçip ona dönüştürülüyorlar; hem yüzleri, hem kişilikleri aynılaşıyor. Tek farkları, göğüslerine taktıkları isimlikler.

Kahraman Marilyn ise bu upgrade işine karşı direniyor. “Herkes gibi olmak, kimse olmamak değil mi?” diye feryat ediyor ama sonunda kandırılıp standart tipe dönüştürülüyor

Emmi Bevensee diyor ki:
Bu hikâyenin sorunu teknolojinin kendisi değil; zorlama normallik.
Marilyn’e binlerce olasılık sunulsa, “fosforlu yeşil, trans, kertenkele kraliçe” olma şansı verilse, belki gayet neşeyle tuhaf tuhaf dolaşacak ortalıkta.

Yani mesele şu:

  • Problem teknoloji değil,
  • Problem, teknolojiyi tek tip insan üretmek için kullanan zihniyet.

Mahalleye çevirelim:

“İsteyen kendine üçüncü göz taktırsın, isteyen hafızasına jazz playlist’i gömsün;
ama kimse kimseyi ‘komşu hanımlarına benzemedin’ diye gen kliniğinin kapısına sürüklemesin.”


2. CRISPR, Cas9 ve Mahalle Arası Genetik Çay Saati

Yazıda CRISPR ve diğer gen düzenleme tekniklerinden bahsediliyor: ZFN, TALEN, meganükleazlar… Kısaca, DNA’yı hedefli kesip biçen, hata ayıklayan, “patch” atan bir teknoloji seti.

Bilimsel makaleler bunları “hastalık tedavisi” için övüyor ama yazar başka bir şey söylüyor:

“Bu araçlar sadece hastalık azaltmak için değil, aynı zamanda nöro-çeşitli olma hâlimizi güçlendirmek, tuhaflıklarımızı silmek değil, parlatmak için de kullanılabilir.”

Yani:

  • Sadece acıyı azaltmak değil,
  • Aynı zamanda “farklı olma kapasitesini” artırmak.

“Eskiden mahallede bir tek ‘temiz, uslu, uyumlu’ çocuk makbuldü.
Şimdi bilim, ‘isterseniz çocuğu biraz da dâhi, biraz da deli, biraz da queer yapabiliyoruz’ diye kapı çalıyor.
Ebeveyn de şaşkın:
‘Hocam hafif obsesyon olsun ama çok olmasın,
yarım bardak yaratıcılık, bir çay kaşığı da toplumsal cinsiyet normlarına alerji ekleyelim mi?’”


3. Morfolojik Özgürlük: “Bu Beden Benim, Genetiğiyle Beraber”

Bevensee, Anders Sandberg’in “morphological freedom” kavramına yaslanıyor:
Morfolojik özgürlük = kendini değiştirme hakkı.

Sadece “vücuduma dokunmayın” değil; istersem

  • hormon alırım,
  • gen terapisi denerim,
  • beynimi yeniden yapılandırırım,
  • ya da hiçbirini yapmam.

Yani:

“Bedenim ve sinir sistemim, devletin, tıbbın, normların değil, benim deney sahamdadır.”

Bu özgürlük, hem nöro-çeşitliliği artıran müdahaleleri,
hem de bazı insanların “ben uyum sağlamak istiyorum” diyerek başvurduğu teknolojileri kapsıyor.

“Kimi kulaklarının kepçesini aldırmak ister,
kimi kafasının içindeki gürültüyü kısmak.
Lâkin ameliyat masasına yatıran el,
her iki hâlde de polis değil; kişinin kendi rızası olmalıdır.”


4. Acıya Karşı Değil, Gereksiz Acıya Karşı

Bevensee kendi nöro-çeşitliliğini anlatıyor:

  • cPTSD,
  • bağımlılık geçmişi,
  • kronik anksiyete ve depresyon,
  • queer ve trans oluşu…

Bunların ona dayanıklılık, empati, derinlik verdiğini söylüyor ama aynı zamanda

“Biri çıkıp, ‘Bak bu gen kombinasyonuyla hayat boyu bağımlılık krizi, ölümüne anksiyete, dipsiz depresyon yaşama ihtimali yüksek, ister misin?’ diye sorsa, ‘YOK teşekkürler,’ deme hakkım olsun,” diyor kabaca.

Yani:

  • Nöro-çeşitlilik = değerli.
  • Ama gereksiz, yıkıcı acıyı azaltmanın imkânı varsa, bu da bir özgürlük.

Bizim mahalleye uyarlayalım:

“Evet, şu travmalar beni ben yaptı ama
ben de o kadar ‘ben’ olmak zorunda değilim be kardeşim.
Biraz daha az işkenceyle de gayet yeterince ilginç bir insan olurdum.”

Bu, “acı kutsaldır” romantizmini de,
“acı olmasın, herkese pembe bulut” ucuzluğunu da reddeden bir yer.


5. “Genetics Against Normativity!”: Tanıdık Deli Teyzeyi Gen Havuzundan Silmeyelim

Yazar diyor ki:
Mutasyon = evrimin motoru.
Tuhaf beyinler, alışılmamış algılar, başka türlü bağlanan sinir ağları;
hem türün hayatta kalmasına, hem kültürün zenginleşmesine hizmet etmiş.

Bu yüzden sadece “sıkıntı çıkaran genleri eleyelim” hareketi değil,
aynı zamanda “bilinçli biçimde nöro-çeşitliliği seçelim” hareketi de gerekli.
Buna mizahi bir isim bile öneriyor:

“Genetics Against Normativity!”

Mahalle dilinde:

  • “Mahallenin bütün ‘gariplerini’ şehir dışına sürmeyin;
    yarın bir gün dünya yanınca onların tuhaf aklına muhtaç kalırsınız.”

Yani belki de:

  • Bir bebekte otizm riskini gördüğümüzde,
    “Aman engelleyelim” diyenler kadar,
    “Ben bu çocuğu, detaylara kafayı takan, farklı algılayan bir zihinle büyütmek isterim,” diyenler de olabilir.

İşte asıl mesele: zorunlu normallik değil, çoğul seçenek.


6. “Gay Gen’i Bulurlarsa Bittik” Korkusu ve Ters Köşe

Yazının en eğlenceli yerlerinden biri “queer gen” muhabbeti.

Toplumda yaygın refleks:

“Eyvah, ‘gay gen’i bulurlarsa hepimizi yok edecekler!”

Bevensee diyor ki:

  • Evet, tarihte eugenics rezaletleri yaşandı, temkin şart.
  • Ama bir gen bulunduğunda, ona karşı seçilebildiği gibi bilinçli olarak onun lehine de seçilebilir.

Yani:

  • “Ben queer bir çocuk yetiştirmek istiyorum,” diyen bir çift,
    bu potansiyeli özellikle arzu edebilir.
  • Homofobik bir ailenin queer çocuğu doğurup onu senelerce işkenceye maruz bırakmasındansa,
    o çocuğun hiç doğmaması ve başka bir yerde, queer dostu bir ailede başka bir bilincin doğması da etik bir opsiyon olarak tartışılabilir.

Yazar kendisi için şöyle diyor (özetle):

“Ben harikayım, ama evrenin devamı için zorunlu değilim.
‘Beni dövdüler ama iyi ki dövmüşler, yoksa ben ben olmazdım’ gibi travma romantizmini reddediyorum.”

“Münasebetsiz babaların sillelerini,
‘bana çok şey öğretti’ diye cilalayıp vitrine koyanlara inat diyor ki kadın:
‘Ben de öğrenirdim efendim, hem de dayağı yemeden.’”


7. Otizm, Kurumlar ve “Normal Çocuk İstiyoruz” Tuzağı

Yazı, otizm başlığında çok netleşiyor:

  • Tarih boyunca otistik ve nöro-çeşitli insanlar;
  • zorla kısırlaştırıldı,
  • kurumlara kapatıldı,
  • şiddet, ihmal, cinayetle yüz yüze kaldı.
  • Otizmi “mutlak bir hastalık” gibi görmek, bu şiddeti meşrulaştıran bir zemin sundu.

Oysa:

  • Otizm geniş bir yelpaze;
  • Kiminde ağır acı ve işlev kaybı,
  • Kiminde ise olağanüstü hafıza, yaratıcılık, detay görme kapasitesi var.

Bevensee’nin önerisi:

  • Eğer genetik düzenleme varsa,
  • hem ağır acı veren yönleri azaltmayı
  • hem de kişinin isteyebileceği güçlü yanları korumayı / seçmeyi tartışalım.
  • Ama asıl mesele:
    Dünyayı otistik insana uygun hâle getirmek, otistik insanı dünyaya zorla “normalleştirmekten” daha ahlaki.

Mahalle tasviri:

“Sokak kapısını rampa yapmayıp,
sonra tekerlekli sandalyedeki komşuyu ‘dışarı çıkmıyor, insan içine karışmıyor’ diye ayıplamakla;
otistik çocuğu floresan lambalı, gürültülü, kalabalık okula tıkıp sonra ‘uyum sağlayamıyor’ diye suçlamak arasında pek fark yoktur.”


8. Optogenetik, Işıklı Nöronlar ve Biyohacker Teyzenin Göz Damlası

İşin bilim-kurgu tarafı da var. Yazı, optogenetikten bahsediyor:
Işıkla nöronları kontrol etmeye yarayan bir teknik. Bazı deneylerde nöronlar, belirli bir durumu “kırmızı ışık yakarak” haber verip, komşu hücreleri frenlemeye çağırabiliyor; epilepsi nöbetini başlamadan durdurma ihtimali tartışılıyor.

Üstelik, gelecekte:

  • PTSD döngülerini,
  • bağımlılık kalıplarını,
  • bazı kronik hastalıkları
    böyle ince ayarlarla modüle etme fikri masada

Bir yandan da DIY biyohacker’lar, gece görüşü sağlayan göz damlası gibi çılgın deneylerle, bilimi “açık kaynak” yapmaya çalışıyor.

Kısaca:

“Doğduğun genetik paket, ileride sadece bir ‘taslak’ olabilir; asıl sen, zamanla kendini hack’leyerek şekillendirirsin.

“Eskiden falcıya gider, ‘kısmetim ne olacak?’ diye sorarlardı;
şimdi laboratuvara gidip,
‘Hocam, bu beyne biraz daha cesaret,
şu travmaya da hafif bir soft reset atabiliyor muyuz?’ diye soracaklar.”


9. Huxley’nin “Gözyaşsız Toplama Kampı” ve Zorunlu Mutluluk Tehlikesi

Bevensee, Aldous Huxley’nin meşhur bir konuşmasını hatırlatıyor:
İleride insanların özgürlüklerinin, onları mutlu edecek kimyasallarla ellerinden alınacağı; adeta “acı çekmeden sevk ve idare edilen” toplama kampları kurulacağı öngörüsü.

Bugün de genetik, psikofarmakoloji, nöromodülasyon;

  • ya özgürleştirici biçimde kullanılacak,
  • ya da itaatkâr, “mutlu köleler” üretmek için.

Yazarın vurgusu:

  • Zorunlu mutluluk da bir tahakküm biçimi.
  • Depresyon, kimisi için dayanılmaz acı;
    kimisi için ise “bu boktan dünyaya uygun bir tepki” hissi olabilir.
  • Mesele, “herkes gülsün” değil; herkesin kendi hâlini seçebilmesi.

Mahalle tafrası:

“Her daim neşeli mahalle ablası da,
dünyanın gidişatına bakıp içi kararan komşu enişte de,
eğer zorla susturulmuyorlarsa,
ikisi de bu apartmanda yaşamaya hakkı olan varlıklardır.”

Ve final:

“En kritik şey, bol seçenek ve gerçek rıza.
Yani morfolojik özgürlük:
İsteyen kendini düzeltsin, isteyen kendini bozsun;
yeter ki kimse kimseyi tek tipe zorlamasın.”


10. Son Söz: Gen Havuzunda Biraz Daha Gürültü, Biraz Daha Tuhaflık

Emmi Bevensee’nin metni, kısaca şunu söylüyor:

  • Genetik mühendislikten kaçmayalım,
  • Ama onu “herkesi daha verimli, daha itaatkâr, daha norm” yapmanın hizmetçisi değil,
    daha garip, daha çeşitli, daha özgür zihinler yaratmanın aracına çevirmeye çalışalım.

“Ne kadar zengin bir dünya istiyorsak,
o kadar tuhaf komşuya katlanmamız icap eder.
Gen havuzu da böyledir:
Hepimiz aynı apartman diliyle konuşursak,
ilk salgında, ilk kriz dalgasında çöker gideriz.
Lâkin biraz delisi, biraz queer’i, biraz otistiği,
biraz ‘bu düzene gelmeyecek’ adamı kadını karışırsa işin içine,
belki de tam o yüzden hayatta kalırız.”

Belki de asıl radikal cümle şu:

“Normal olmaya mecbur değiliz.
Genetikle, teknolojiyiyle, politikasıyla;
bu dünyayı çeşitli beyinlerin yaşayabileceği yere çevirmeye mecburuz.”

Ve kim bilir, belki ileride bir gün,
bir anne-baba elinde test sonucu ile şöyle diyecek:

“Bebek yüzde 72 ADHD, yüzde 88 queer, yüzde 65 otistik gözüküyor.”
“Ooo, tam bizim mahalle kafası. Tamam, kalsın.”

Kaynak : https://theanarchistlibrary.org/library/emmi-bevensee-genetic-engineering-against-neuro-normativity1