Oblomov’un hareketsizliği, modern toplumun “sürekli üretme” takıntısına karşı bir alternatif yaşam modeli sunar mı?

Oblomov’un Hareketsizliği: Modern Üretkenlik Mitine Karşı Sessiz Bir İtiraz

Modernite, özellikle Aydınlanma ve Sanayi Devrimi sonrası ivme kazanan bir paradigma olarak, bireyi sürekli üretmeye, verimli olmaya ve “kendini gerçekleştirmeye” yönelten bir yaşam idealini dayatır. Bu ideolojinin merkezinde homo economicus vardır: Rasyonel, hesap yapan, zamanı maksimize eden ve kendisini piyasa değerleri üzerinden tanımlayan özne. İşte bu bağlamda Oblomov, bu türden bir özneleşme sürecine direnç gösteren neredeyse tekil bir figürdür. O, bu üretkenlik saplantısına boyun eğmeyi reddeder. Zamanı değerlendirmek yerine “tükenmeye bırakır”, geleceği planlamak yerine “şimdi”nin içinde durur ve “eylem” yerine “varlık”ı seçer.

Bu tavır, felsefi olarak şu üç boyutta anlamlandırılabilir:

1. Oblomov’un Hareketsizliği ve Negatif Özgürlük

Isaiah Berlin’in meşhur ayrımıyla, negatif özgürlük, bireyin dış baskılardan, müdahalelerden arınmış bir alan içinde kendi haline bırakılmasıdır. Oblomov’un yaşamı, tam da bu tarz bir özgürlüğün karikatürleşmiş biçimini temsil eder. O, kendisine sunulan tüm toplumsal rolleri – memuriyet, evlilik, toplumsal hırslar – reddederek kendi varoluş alanını “hareketsizlik” olarak belirler. Bu, bilinçli bir politik ya da etik duruş olmaktan uzaktır belki, ancak yine de normatif üretkenlik çağrısına verilen pasif bir direniştir. O, çalışmayarak, üretmeyerek ve dönüşmeyerek, sistemin “özne üretme” mekanizmasına kendini dahil etmez.

2. Hareketsizlik ve Heidegger’in “Varlık” Kavramı

Martin Heidegger’in Varlık ve Zaman’da dile getirdiği gibi, modern insan çoğunlukla “düşmüşlük” (Verfallenheit) hali içindedir: Günlük işlere, dedikodulara, zamanın ve olayların akışına kapılmıştır. Bu düşmüşlük hali, insanın kendi varlığını sahici bir biçimde sorgulamasına engel olur. Heidegger, bu durumu aşmak için “dasein”ın kendi ölümlülüğüyle yüzleşmesini, yani otantik bir varlık bilincine ulaşmasını önerir.

Oblomov’un dünyaya karşı kayıtsızlığı, bir tür “düşmüşlükten vazgeçiş” olarak okunabilir. O, gündelik hayata katılmaktan, toplumsal beklentilerle özdeşleşmekten imtina eder. Böylece, her ne kadar bilinçsiz bir şekilde olsa da, modern zamanın dağınık “iştiyaklar”ından geri çekilir. Bu geri çekiliş, Heidegger’in tanımıyla bir tür “durgun varoluş alanı” yaratır; burada varlık, saf haliyle sezilebilir hale gelir. Oblomov için yatak, gündelik hayatın taleplerinden korunmuş bir varlık alanına dönüşür. O, “var olmak” ile “bir şey olmak” arasındaki farkı sezmiş gibidir.

3. Hareketsizlik ve Günümüz Biopolitik Eleştirisi

Michel Foucault ve onu izleyen düşünürler, modern iktidarın artık doğrudan baskı yoluyla değil, bireylerin yaşamlarını düzenleme, üretkenliğe ve sağlığa yöneltme biçimiyle işlediğini öne sürerler. Bu anlamda modern toplum, yalnızca çalışan bireyleri değil, spor yapan, sağlıklı beslenen, sürekli kendini geliştiren ve optimize eden bireyleri talep eder. Bu biyopolitik paradigma içinde tembellik, hareketsizlik ve atalet, yalnızca kusur değil, doğrudan sapma olarak görülür.

İşte tam da bu noktada Oblomov’un yaşam tarzı radikal bir alternatif olarak ortaya çıkar. O, bedenini çalıştırmaz, zihnini “faydalı” işlerle yormaz ve kendini herhangi bir biçimde “optimize etmez.” Bu haliyle Oblomov, modern iktidarın özne kılma tekniklerine karşı bedenini ve zamanını çekerek direnen bir figürdür. Hareketsizliği bir patoloji değil, mevcut iktidar yapılarına karşı pasif bir sabotajdır.

Sessizliğin ve Hareketsizliğin Direnişi

Elbette Oblomov’un bu duruşu ne bir manifesto niteliği taşır ne de evrensel bir çözüm sunar. Onun hareketsizliği, çoğu zaman ontolojik bir tükenmişlik ve karar verememe haliyle iç içedir. Ancak bu durum bile, günümüzün “fazla karar veren”, “fazla üreten” ve dolayısıyla “fazla tükenen” insan tipine kıyasla daha sahici bir varoluşu ima edebilir. Oblomovluk, üretmeye zorlanan çağdaş özneye şu soruyu sordurur: “Eylem gerçekten bir zorunluluk mu, yoksa sadece bir alışkanlık mı?”

Oblomov’un hareketsizliği, modernitenin kıyısında unutulmuş bir olasılığı fısıldar: Hiçbir şey yapmamak da bir eylem olabilir. Ve belki de en radikal eylem, hiçbir şey yapmamaya karar vermektir.