Oblomov’un pasifliğini Taoist ve Budist düşünce açısından nasıl yorumlarız?
Oblomov’un pasifliğini Taoist ve Budist düşünce sistemleri çerçevesinde inceleyelim. Bu geleneklerde “pasiflik” ya da “dünyadan çekiliş”, Batı felsefelerinden farklı olarak çoğu zaman yüksek bir bilgelik biçimi, hatta varoluşsal uyumun ideal hâli olarak görülür. Fakat Oblomov’un pasifliği bu mistik geleneklerle ne ölçüde uyuşur?
⸻
I. Taoizm ve Oblomov: Wu Wei mi, Tembellik mi?
Taoizm, özellikle Laozi’nin Dao De Jing adlı eserinde somutlaşan bir felsefedir. Tao, evrensel düzenin adı; her şeyin doğal akışıdır. Bu düzene uymak için geliştirilen temel ilke **“wu wei”**dir. Türkçeye genellikle “eylemsizlik” veya “müdahalesizlik” olarak çevrilen wu wei, aslında zorlama olmaksızın hareket etmek, doğal akışa uygun davranmak anlamına gelir. Bilge kişi, Tao’nun akışını bozmaz; yaşamı zorlamaz, şekillendirmeye çalışmaz, ama bu onun edilgin olduğu anlamına gelmez. Aksine, Taoist bilge bilinçli bir boşluk hâli içinde yaşar; yapmadan yapar (wei wu wei), oluruna bırakır ama tamamen farkındadır.
Bu bağlamda bakıldığında, Oblomov’un davranış tarzı Taoist bir wu wei pratiği gibi görünebilir: toplumsal işlerden elini çekmiş, düzeni zorlamayan, kendini doğanın akışına bırakmış gibidir. Ancak burada dikkatli olmak gerekir: wu wei, tembellik değildir. Taoist bilge, doğayla tam bir uyum içindedir, bu uyumun bilgisine sahiptir, hatta bunu ahlaki bir disiplin olarak içselleştirir. Oysa Oblomov’un pasifliği, içsel bir bilgiye değil, iradi zayıflığa ve kararsızlığa dayanır.
Daha da önemlisi, Taoist eylemsizlik aktif bir varlık hâlidir; Oblomov’unki ise varoluşsal bir yavaş boğulma. Oblomov’un hayatı, Tao’nun doğal ritmini izleyen bir akış değil; doğadan ve yaşamdan çekilerek içine kapanan bir çürüme biçimidir. Bu nedenle, Oblomov’un hali Taoist bir “eylemsizlik” değil, varoluşsal “durgunluk”tur.
⸻
II. Budizm ve Oblomov: Arzudan Kaçış mı, Varlığın Tükenişi mi?
Budizm, arzunun acının kaynağı olduğunu savunur. Dört Yüce Gerçek öğretisinin ilk basamağı, yaşamın ıstırapla (dukkha) dolu olduğu; ikincisi ise bu ıstırabın nedeninin arzular (tanha) olduğudur. Bu nedenle Budist yol, arzunun bastırılması ve benliğin aşılması yoluyla nirvanaya ulaşmayı hedefler. Budist bilge, dünyaya bağlılıklarını bırakır, arzuları söndürür ve içsel bir huzura kavuşur.
Yüzeyden bakıldığında, Oblomov’un arzularının olmaması, dünyaya karşı kayıtsızlığı ve çileden, mücadeleden kaçışı Budist bilgeyle benzerlik gösterebilir. Ancak burada da çok önemli bir ayrım vardır: Budist bilgenin arzularından arınması bir disiplinin, meditasyonun ve zihinsel arınmanın ürünüdür. Oblomov’un arzularsızlığı ise bir tür yorgunluk, donukluk ve iç çöküntünün sonucudur.
Budist bilge dünyadan çekilir ama iç dünyasında tam bir uyanıklık halindedir (sati – farkındalık). Oysa Oblomov’un iç dünyası sisli, kararsız ve durağandır. Budizm, arzunun sona ermesiyle birlikte acının da sona erdiği bir duygusal sükûnet sunar; Oblomov’da ise arzunun yerini melankolik bir boşluk alır, ama acı devam eder — sadece dile gelmez.
Ayrıca Budist bilge, şefkat (karuna) ve bilgelik (prajna) dolu bir varoluş geliştirir; Oblomov ise bu tür bir etik yönelime, toplumsal ya da bireysel dönüşüm arzusuna sahip değildir. Dolayısıyla onun durumu, Budist uyanıştan çok, varlığın farkındalığını kaybetmiş bir uyku hâlidir.
⸻
III. Sonuç: Mistisizm Değil, Çekilmenin Boşluğu
Taoizm ve Budizm, dış dünyadan kısmi bir çekilmeyi salık verse de, bu çekilme pasifliğe indirgenemez. Her iki gelenekte de geri çekiliş, yoğun bir içsel dönüşüm, disiplin ve farkındalık gerektirir. Oysa Oblomov’un içe dönüklüğü, felsefi bir içgörüden değil; duyusal ve iradi bir yıpranmışlıktan, bir tür varoluşsal eksilmeden doğar.
Özetle:
• Taoist bilge, yaşamla savaşmaz ama yaşamın özüne nüfuz eder.
• Budist bilge, arzularından kurtulmuştur ama derin bir farkındalıkla yaşar.
• Oblomov ise arzularını yitirmiştir, ama farkındalıkla değil; dağılmışlıkla.
Bu yüzden Oblomov’un yaşamı, mistik geleneklerin önerdiği bilgelik biçimleriyle benzerlik taşır gibi görünse de, temelde onların bozulmuş ve içi boşaltılmış bir yansımasıdır — bir tür parodik çekilme. O, bilgece bir suskunluk içinde değil; varoluşun yükünü taşıyamayan bir sessizlik içinde yaşar.