Post-Fordizm kitlesel bir engellilik olayı olarak”

“Normallik İmparatorluğu” kitabının sekizinci bölümü, “Post-Fordizm kitlesel bir engellilik olayı olarak” başlığını taşımaktadır. Bu bölüm, 1970’lerin sonlarından itibaren Keynesyen ekonomiden Hayekyen (neoliberal) ekonomiye geçişin zihinsel sağlık ve nöroçeşitlilik üzerindeki derin etkilerini incelemektedir.

İşte bölümün ana noktaları:

  • Neoliberalizmin Yükselişi:
    • 1975 yazında, İngiliz Muhafazakar Araştırma Departmanı’nda bir konuşmacının neoliberal bir “orta yol” önermesi, daha sonra başbakan seçilecek olan Margaret Thatcher’ın Thomas Szasz’ın akıl hocası ekonomist Friedrich Hayek’in Özgürlüğün Anayasası kitabına olan bağlılığını göstermesiyle kesintiye uğramıştır.
    • 1979’da Thatcher Birleşik Krallık’ta, Ronald Reagan ise Amerika Birleşik Devletleri’nde Hayekyen politikaları uygulamaya başlamıştır.
    • Neoliberalizmin temel fikri, “bireysel girişimcilik özgürlüklerinin ve becerilerinin güçlü özel mülkiyet hakları, serbest piyasalar ve serbest ticaret ile karakterize edilen kurumsal bir çerçeve içinde serbest bırakılmasıyla insan refahının en iyi şekilde ilerletilebileceğidir”. Bu, uygulamada özelleştirme, deregülasyon ve kemer sıkma anlamına geliyordu.
    • Neoliberalizm, ABD’nin emperyal baskısı ve uluslararası finans kurumları aracılığıyla küreselleşmiş, hatta eski devlet komünizmleri bile yeni küresel sisteme uyum sağlamak için ekonomilerini serbestleştirmeye başlamıştır.
    • Sosyal teorisyen Mark Fisher’ın “kapitalist realizm” olarak adlandırdığı durum ortaya çıkmış, bu da kapitalizmin dünyayı organize etmenin tek ve doğal yolu olduğu hissini yaygınlaştırmıştır. Bu durum, sınıf bilincini ve kapitalizme meydan okuma olasılığını bastırmıştır.
    • Thatcher’a göre yoksulluk, yapısal bir sorun değil, bireysel bir “kişilik kusuru” veya “davranışsal” bir mesele olarak görülmüştür.
  • Neoliberalizm Döneminde Kötüleşen Zihinsel Sağlık:
    • Bu dönemde artan eşitsizlik ve işçi haklarının zayıflamasıyla zihinsel sağlık sorunları kötüleşmiştir.
    • İşin yoğunlaşması ve çalışma saatlerinin uzaması, işe bağlı devamsızlıkların önemli bir nedeni olan stresi artırmıştır.
    • Düşük ücretli veya işsiz olanlar, zihinsel sağlık sorunlarını en kötü şekilde deneyimlemişlerdir. Örneğin, Yunanistan’da neoliberal kemer sıkma politikalarının uygulanmasıyla birlikte intihar oranları işsizlik seviyeleriyle paralel olarak artmıştır.
    • Zihinsel rahatsızlığı olanlar için topluluk bakımı gelişmemiş, hükümetler sağlık hizmetleri için fonları kesmiştir.
    • Biyomedikal yaklaşım, yükselen zihinsel hastalık ve engellilik dalgasını durdurmakta yetersiz kalmış, sadece semptomları yüzeysel araçlarla tedavi etmiştir.
  • Yeni Yabancılaşma:
    • Marx’ın yabancılaşma kavramı, post-endüstriyel ekonomilere uyarlanarak güncellenmiştir. Yabancılaşma, kapitalizm altında artan bir benlik ve başkalarından uzaklaşma olarak görülmektedir.
    • Duygusal Emek: Sosyolog C. Wright Mills’in “kişilik piyasası” olarak adlandırdığı durum, çalışanların kişisel ve hatta samimi özelliklerinin iş gücü piyasasında metalaşmasına yol açmıştır. Hava hosteslerinin yorgunluğu ve sinirliliği maskelemek zorunda kalması, duygusal maliyetlere ve strese neden olmuştur. Bu durum, farmasötik ilaçların artan kullanımına yol açmıştır.
    • Bilişsel Emek: “Post-Fordizm” veya “bilişsel kapitalizm” adı verilen bu dönemde, bilgi temel değer kaynağı haline gelmiştir.
    • Franco “Bifo” Berardi, bu dönemin bilişsel yabancılaşmasını “mutsuzluk fabrikası” olarak tanımlamıştır; burada ev ve iş, kamusal ve özel yaşam arasındaki sınırlar ortadan kalkmış, iş geçici hale gelmiş ve çalışanlar sürekli olarak erişilebilir olmuştur.
    • Çevrimiçi faaliyetler (reklamlar, sosyal medya, uygulamalar) sürekli olarak dikkatimizi yönlendirmek, davranışlarımızı belgelemek ve arzularımızı kapitalin hizmetinde etkilemek için algoritmalar aracılığıyla kullanılır.
    • Bu durumun sonucu, Berardi’ye göre, “arzu eden enerjinin kendi girişimcilik tuzağına düşmesi” ve “zihinsel faaliyetin her parçasının sermayeye dönüştürülmesiyle” zihinsel sağlığın kötüleşmesidir.
  • Nöroçeşitlilikte Engelleme:
    • Dijital devrim ve bilişsel kapitalizm, hem sınıf odalarında hem de işyerinde yeni kısıtlayıcı bilişsel, duygusal ve dikkat normları getirmiştir. Daha fazla insan, eğitimden veya işten dışlanmış ve “fazla nüfus” içine itilmiştir.
    • Otizm: Otizm teşhisi, hizmet ekonomisinin sosyalite, aşırı esneklik ve duygusal emek gereksinimleri nedeniyle radikal bir şekilde genişlemiştir. Otistik bireylerin istihdam oranları düşüktür.
    • Modern dünyanın istilacı duyusal ve bilgi ortamları (ışıklar, reklamlar, ekranlar) nedeniyle otistik popülasyonda yüksek anksiyete seviyeleri “duyusal aşırı duyarlılık” ile ilişkilendirilmiştir.
    • Neoliberalizm ve bilişsel kapitalizm, “yaşam temposunda” bir artış getirmiş, bu da daha yavaş bilişsel süreçlere sahip olanları engellemiştir. “Değişime direnç” gibi özellikler, tanı ölçütü haline gelmiştir.
    • DEHB: Post-Fordist çağın sürekli duyusal ve bilgi bombardımanları karşısında dikkatin giderek kıtlaşmasıyla DEHB teşhisi artmıştır. DEHB’li bireylerin iş sorunları yaşama olasılığı daha yüksektir.
    • Bu sorunlar post-Fordizm’den önce de var olmasına rağmen, bu kapitalizm aşamasında “büyük ölçüde artırılmıştır”; önceden zararsız olan özellikler bile engellilikle ilişkilendirilmiştir.
    • Neo-Galtoncu patoloji paradigması, bu engellemeleri bireysel eksiklikler olarak çerçevelemiş, psikometrik testler ve “gizli değişkenler” aracılığıyla bireysel bilişsel ve biyolojik eksiklikleri aramaya odaklanmıştır.
  • Neoliberal Normalleşme:
    • Cezaevi sistemi içinde psikiyatrik ve öğrenme güçlüğü olan kişilerin sayısı artmaya devam etmiştir. “Teknokorreksiyonlar” (hapishane farmasötikleri, elektronik etiketleme) maliyetleri azaltmayı ve mahkumları kontrol altında tutmayı amaçlamıştır.
    • Uygulamalı Davranış Analizi (ABA) gibi davranışsal müdahaleler, otistik çocukları “normalleştirmek” için cezalandırma ve ödül sistemlerini kullanmaya devam etmiştir. Otistik aktivistlerin bu yöntemleri istismarcı ve dönüşüm terapisi olarak görmesine rağmen, bu milyarlarca dolarlık endüstri büyümeye devam etmiştir.
    • Neoliberalizm, “stresin özelleştirilmesi”ni getirmiş, bireysel öz bakım bir etik zorunluluk haline gelmiş ve devlet desteği giderek sınırlanmıştır.
    • Szasz’ın “akıl hastalığının bir efsane olduğu” fikri, neoliberal kemer sıkma politikalarıyla birleşerek, yardım istemek için hasta numarası yapanların (“malingerers”) suçlanmasına yol açmıştır.
    • Zihinsel bozukluklar, “beyin bozuklukları” olarak çerçevelenmiş ve “ekonomik yükler” olarak tanımlanmıştır.
    • Down sendromu gibi nöroçeşitlilikle ilgili prenatal testlerin yaygınlaşması, sonlandırma oranlarını artırmış ve sosyal desteğe yönelik fonları azaltmıştır. Özel sperm bankaları, disleksi veya otizm teşhisi olan bağışçıları reddetmiştir. Bu süreçler, otoriter hükümet politikaları yerine piyasa güçleri ve hegemonik nöronormatif idealler tarafından belirlenmektedir.
    • Nörotipikliğe daha yakın olan çocuk, iyi bir yatırım olarak görülmüştür.
    • Genel olarak, engellilik kavramının “zararlı işlev bozukluğu” olarak Spitzer’cı tanımlamasıyla kolaylaştırılan normalleşme ve öjenik kontrol devam etmiştir.
    • Kültürel olarak, neoliberal dönemde bireycilik artmış, birçok insan zekası açısından kendini “ortalamanın üzerinde” olarak tanımlamıştır.
    • Filozof Martha Nussbaum gibi düşünürler, “tür normunu” bir ahlaki zorunluluk olarak öne sürmüş, otizmi olanların “tür normunun bir parçası olan temel yeteneklere ulaşmalarına yardımcı olmak için özel çabalar” gerektiğini savunmuştur.
    • Terapiye yönelme de artmıştır; bireylerin duygusal işleme süreçlerini dış kaynaklara aktarması için baskı oluşmuş, bu da zenginlerin kültürel sermaye edinirken birçok kişinin pahalı terapileri karşılayamamasına neden olmuştur.
    • Kanada gibi yerlerde hekim destekli intiharın yasallaşması, engelli bireylerin “cılız yardımlarla yaşamak yerine” ölmeyi tercih etmelerine yol açmıştır. Bu, neoliberal ekonominin acımasız mantığı içinde “seçim” olarak sunulmaktadır.
    • Biyoetikçi Deborah Barnbaum gibi düşünürler, otistik fetüslerin kürtajı için ahlaki bir zorunluluk olduğunu savunmuştur, çünkü otistik olmanın “iyi bir insan yaşamıyla doğası gereği bağdaşmadığını” iddia etmiştir.

Bölüm 8, kapitalizmin ve neoliberalizmin toplumun zihinsel sağlık ve nöroçeşitlilik üzerindeki derin ve çoğu zaman yıkıcı etkilerini, bu süreçlerin bireysel “normal” işlevsellik kavramlarını nasıl sıkılaştırdığını ve bu kısıtlamaların neden olduğu yaygın engelleme ve acıları vurgulayarak ortaya koymaktadır.