Psikanaliz Bilimsel Mi ? Yıllardır Devam Eden Bir Tartışmanın Son Hali

Mark Solms’tan Çığır Açan Bir Savunma

Psikanaliz, bilimsel geçerliliği konusunda uzun süredir tartışmaların odağında. Peki, bu köklü disiplin gerçekten “kanıta dayalı” mı değil mi? Cambridge University Press tarafından yayınlanan makalesinde Mark Solms, bu önyargıyı çürütmekle kalmıyor, psikanalizin bilimsel temellerini ve etkinliğini güçlü argümanlarla ortaya koyuyor. Gelin, Solms’un üç ana soruyu yanıtlayarak psikanalizin bilimsel statüsüne nasıl ışık tuttuğuna yakından bakalım.


A. Duygusal Zihin Sağlıkta ve Hastalıkta Nasıl İşler?

Solms, insan zihninin işleyişine dair temel iddialarını nörobiyolojik verilerle destekleyerek sunuyor:

  1. Doğuştan Gelen İhtiyaçlar ve Duyguların Öncüllüğü: Solms’a göre, insan bebekleri “boş bir sayfa” değildir. Diğer türler gibi, bizler de doğuştan gelen ihtiyaçlarla (Freud’un “İd”i olarak tanımladığı) doğarız. Bu ihtiyaçlar, duygular olarak hissedilir ve ifade edilir. Temel duygular (aramak/merak, şehvet, korku, öfke, panik/keder, bakım, oyun), ihtiyaçlarımızı karşılamak için tasarlanmış doğuştan gelen eylem planlarını (içgüdüsel davranışları) tetikler. Bu temel duyguların anatomisi ve kimyası (üst beyin sapı ve limbik sistemde) iyi bilinmektedir. Buradaki kritik nokta: Bilincin temeli, algı değil, duygular ve uyanıklık düzeyidir; yani “İd” aslında bilinçlidir.
  2. İhtiyaçları Karşılamayı Öğrenmek (Ego Gelişimi): Zihinsel gelişimin temel görevi, bu doğuştan gelen ihtiyaçları dünyada nasıl karşılayacağımızı öğrenmektir. Bu, Freud’un “Ego” gelişimi dediği şeydir. Birey, çevresel koşullara uyum sağlamak ve çelişen ihtiyaçları uzlaştırmak için en uygun eylem planlarınıoluşturur. Bu süreç, başarılı duygu düzenlemesi gerektirir; zira başarısız girişimler korku veya panik gibi olumsuz duyguların sürmesine neden olur. İnsanlar ayrıca ihtiyaçlarını hayali ve sembolik yollarlakarşılama konusunda da büyük bir kapasiteye sahiptir.
  3. Bilinçdışı Eylem Planları ve Bastırma: Hedefe yönelik eylemlerimizin yalnızca küçük bir kısmı bilinçlidir; çoğu bilinçdışı olarak yürütülür. Beyin, öğrenilen çözümleri pekiştirmek ve otomatikleştirmek için sürekli bir baskı altındadır çünkü “çalışma belleği” (bilinç) son derece sınırlı bir kaynaktır. Solms, “bilişsel bilinçaltı” ve “dinamik bilinçaltı” arasındaki ayrımı ortadan kaldırarak, “bastırılmış”ın gayrimeşru veya erken otomatikleştirilmiş eylem planları olduğunu öne sürer. Bu planlar, bir çocuğun çözemediği sorunlara odaklanmak yerine, “kayıpları kesmek” ve elindeki kaynakları (çalışma belleğini) daha verimli kullanmak için oluşturduğu geçici çözümlerdir. Bastırılmış eylem planları, yeniden konsolidasyona (yani bilinçli olarak yeniden düşünülmeye ve güncellenmeye) karşı dirençlidir, çünkü bastırmanın mekanizması tam da budur.

B. Psikanalitik Tedavi Neyi Başarmayı Amaçlıyor?

Solms, yukarıdaki iddialardan hareketle psikanalitik tedavinin klinik yöntemlerini ve hedeflerini açıklıyor:

  1. Hastalar Esas Olarak Duygulardan Muzdariptir: Psikolojik rahatsızlıkların temelinde karşılanmamış ihtiyaçlardan kaynaklanan duygusal bozukluklar yatar. Örneğin, panikleyen bir hasta kaybetmekten korkar, öfkeli bir hasta hayal kırıklığına uğrar. Psikanaliz, bu duyguların bir anlamı olduğuna ve karşılanmamış ihtiyaçları temsil ettiğine inanır.
  2. İhtiyaçları Karşılamanın Daha İyi Yollarını Öğrenmek: Tedavinin temel amacı, hastaların ihtiyaçlarını karşılamanın daha etkili yollarını öğrenmelerine yardımcı olmak ve böylece daha iyi duygu düzenlemesi sağlamaktır. Bu, semptomları sadece bastıran psikofarmakolojik yaklaşımdan farklıdır; psikanaliz, semptomların altında yatan temel ihtiyaçların ele alınması gerektiğine inanır.
  3. Derinden Otomatikleşmiş Eylem Planlarını Değiştirmek: Psikanalitik terapi, diğer psikoterapi biçimlerinden farklı olarak, derinlemesine otomatikleşmiş (ve sıklıkla bastırılmış) eylem planlarını değiştirmeyi hedefler. Bu, aşağıdaki adımlarla gerçekleşir:
    • Baskın duyguları tanımlamak.
    • Bu duyguların, etkisiz otomatikleşmiş programlara işaret eden semptomun anlamını ortaya koyması.
    • Patojenik programlar doğrudan hatırlanamadığı için, analist bunları tekrarlayan davranış kalıplarını (türevlerini), özellikle de aktarımda ortaya çıkanları farkındalığa getirerek dolaylı yoldan tanır.
    • Yeniden konsolidasyon, bu türevler aracılığıyla gerçekleştirilir; yani uzun vadeli (çoğunlukla beyan edilemeyen) hafıza izleri, bilinçli çalışma belleğinde yeniden düşünülmek üzere “kararsız” hale getirilir.
    • Bu süreç yavaştır ve sıklıkla dirençle karşılaşır çünkü bastırma, çözülemeyen sorunların yeniden etkinleştirilmesine karşı direnç gerektirir. Bu nedenle psikanalitik tedavi zaman alır ve yoğun seanslar gerektirebilir.

C. Psikanalitik Tedavi Ne Kadar Etkili?

Solms, psikanalizin etkinliğine dair güçlü kanıtlar sunarak “kanıta dayalı olmadığı” eleştirilerini çürütüyor:

  1. Genel Olarak Psikoterapi Çok Etkilidir: Meta-analizler, psikoterapinin genel olarak 0.73 ila 0.85 arasında büyük etki boyutlarına sahip olduğunu göstermektedir. Bu, birçok antidepresan ilacın (0.24-0.31 etki boyutları) etkinliğinden çok daha fazladır.
  2. Psikanalitik Psikoterapi Diğer Yöntemler Kadar Etkilidir, Hatta Daha İyidir: Psikanalitik psikoterapi, BDT gibi diğer kanıta dayalı tedaviler kadar etkilidir. Dahası, psikanalitik tedavinin etkilerinin tedavi bittikten sonra daha uzun sürdüğü ve hatta arttığı (“uyuyan etki” olarak bilinen) kanıtlanmıştır. Diğer terapilerin etkileri zamanla azalma eğilimindeyken, psikanalizdeki değişim süreçleri terapi bittikten sonra da devam eder. Çalışmalar, genel semptom iyileşmesi için yüksek etki boyutları (takipte 1.51’e kadar) bildirmektedir.
  3. En İyi Sonuç Veren Teknikler Psikanalitiktir: En iyi tedavi sonuçlarını öngören terapötik teknikler, terapistin belirtilen yönelimi ne olursa olsun, psikodinamik mekanizmalarla tutarlıdır. Bu teknikler arasında yapılandırılmamış diyalog, tekrar eden temaları belirleme, duyguları geçmiş deneyimlerle ilişkilendirme, kabul edilemez duygulara dikkat çekme, bu duyguları geçersiz kılma yollarını belirtme, burada ve şimdi terapi ilişkisine odaklanma ve bu ilişkiyle diğer ilişkiler arasında bağlantı kurma yer alır. Solms, terapistlerin başka bir şey yaptıklarına inansalar bile, en iyi sonuçları veren yöntemlerin aslında psikanalitik ilkelerle uyumlu olduğunu belirtir.
  4. Psikoterapistlerin Tercihi: Belki de bu yüzden, psikoterapistlerin, belirtilen yönelimleri ne olursa olsun, kendileri için psikanalitik psikoterapiyi seçme eğiliminde olmaları şaşırtıcı değildir.

Sonuç olarak, Mark Solms’un bu makalesi, psikanalizin sadece bir tedavi yöntemi değil, aynı zamanda nörobilimle güçlü bir şekilde entegre olmuş, insan zihninin işleyişine dair bilimsel ve geçerli bir teori olduğunu gösteriyor. Psikanaliz, duyguların beynin derinliklerindeki kökenlerine, bilinçdışının karmaşık doğasına ve değişimin uzun vadeli potansiyeline odaklanarak, ruhsal sağlık alanına benzersiz ve vazgeçilmez bir katkı sunmaya devam ediyor.


Peki sizce, bu bilimsel kanıtlar ışığında psikanalizin geleceği nasıl şekillenecek?

Kaynak : https://www.cambridge.org/core/journals/bjpsych-international/article/scientific-standing-of-psychoanalysis/C35CBB2112D180525EE95D11C474D13C