Sağlık Endüstrisi: Kapitalizmin En Büyük Yanılsaması

Bugün “güncel olmak”, silah, bilgisayar ya da otomotiv sanayisine bakmak değildir. Dünyanın en büyük endüstrisi artık sağlık endüstrisidir. Ancak bu, gerçekten var olan bir üretim değil; asla var olmayacak bir şeyi üretme iddiasıdır: “sağlık”.

Sağlık Bir Meta mı?

Modern kapitalizm, insan bedenini ve ruhunu bir fabrika gibi işler.

  • Hastaneler üretim merkezidir.
  • Doktorlar yönetici sınıfın temsilcisidir.
  • Hastalar ise ham maddedir.

Ortaya çıkan ürün: “sağlık” adı verilen hayali meta.

Kapitalizmin en büyük kârı, bu sahte üretimden gelir. Çünkü sağlık, tıpkı para gibi, sonu gelmeyen bir eksiklik olarak tasarlanır. Bir kez “sağlıklı” olduğunuzu asla hissetmezsiniz; sistem sizi hep yeni tedavilere, check-uplara, ilaçlara bağımlı kılar.

Günlük Örnekler

  • Check-up paketleri: Sağlıklı bireylere sürekli tarama önerilir, potansiyel hastalık fetişleştirilir.
  • Vitamin ve takviye endüstrisi: Bedensel eksiklik sürekli yeniden üretilir.
  • Psikiyatride DSM listeleri: Her duygu ve davranış potansiyel hastalık olarak kodlanır.

Kapitalizm bu şekilde hem bedenleri yönetir, hem de devasa bir pazar yaratır.


Hastaneler Yeni Fabrikalar mı?

Marx’ın döneminde sınıf çatışması fabrikalarda, işçi ile patron arasında yaşanıyordu. Günümüzde bu çatışma hastanelere taşındı.

  • Doktorlar, yalnızca şifa dağıtan insanlar değil, aynı zamanda sömürü mekanizmasının yöneticileridir.
  • Hastalar, işçiler gibi sisteme teslim edilen, kontrol edilen, hatta disipline edilen özneler haline gelir.

Bu yüzden, yeni sınıf karşıtlığını “hastalar vs. uzmanlar” olarak tanımlamak yerinde olabilir. Bugünün sömürü ilişkisi, işveren ile işçi arasında değil; hasta ile doktor (ve sağlık sistemi) arasındadır.


Sağlık Emperyalizmi

SPK, sağlığı yalnızca ulusal düzeyde değil, küresel düzeyde de bir sömürü aracı olarak görür.

  • Organ ticareti ve nakil bankaları, yoksul ülkelerden zengin ülkelere doğru işleyen yeni bir sömürgeciliktir.
  • İlaç şirketleri, aşı patentleri üzerinden milyarlar kazanırken, küresel Güney halkları tedaviye erişememektedir.
  • Beyin, kas, sindirim sistemi hastalıklarının doktor isimleriyle (Parkinson, Alzheimer, Basedow…) anılması, bedeni bile emperyalist bir haritaya dönüştürür.

SPK’nın diliyle: “Tıbbi haritaya bakın ve beyninizin kolonileştirildiğini görün.”


Hastalık Bir Silah Olarak

SPK’ya göre hastalık, yalnızca kapitalizmin ürettiği bir sonuç değil; aynı zamanda ona karşı kullanılabilecek bir silahtır. Çünkü hastalık:

  • Bireyi kendi eksikliğiyle yüzleştirir.
  • Kolektif deneyim olarak paylaşılır.
  • Sistemin ürettiği en derin çelişkileri açığa çıkarır.

Örneğin:

  • Kronik yorgunluk, yalnızca kişisel bir sorun değil; 12 saatlik iş gününün, güvencesiz çalışma biçimlerinin yarattığı politik bir sonuçtur.
  • Anksiyete, sadece bireysel bir bozukluk değil; güvensizlik ve rekabet üzerine kurulu neoliberal kültürün doğrudan ürünüdür.

Bu yüzden SPK, “hastalığı bir silaha dönüştürün” derken, onu kişisel değil, kolektif bir dönüşümün aracına çevirmeyi kasteder.


Utopati: Hastalıktan Kurtuluş Değil, Hastalıkla Yeni Bir İnsanlık

SPK’nın vardığı nokta, ütopyacı ama düşündürücü:

  • Amaç, “tamamen sağlıklı” bir toplum yaratmak değildir.
  • Amaç, hastalık deneyimini reddetmek yerine, onu dönüştürmek ve kolektif bir varoluşun temeline yerleştirmektir.

Onların diliyle bu, “Utopati”dir: Sağlık endüstrisinin yanılsamalarından arınmış, hastalıkla yaşamayı bilen ve ondan yeni bir tür-insanlık yaratan bir gelecek.


Sonuç: Günümüzde Ne Anlama Geliyor?

Bugün, sağlık endüstrisi küresel kapitalizmin en büyük pazarlarından biri. İlaç tekelleri, özel hastaneler, genetik test kitleri, biyoteknoloji yatırımları… Hepsi insanın eksikliğini sermaye için verimli bir kaynağa dönüştürüyor.

SPK’nın 1970’lerde söyledikleri hâlâ geçerli:

“Hasta olan biz değiliz; hasta eden dünyada yaşıyoruz.”

Sorulması gereken soru şudur: Sağlığı kurtarmak mı istiyoruz, yoksa sağlığın meta haline geldiği bu sistemi mi dönüştürmek istiyoruz?

Kaynak : http://www.spkpfh.de/The_Concept_of_Illness.htm