ŞAMAN İMGELEMİ
Şamanlık gücünün kazanıldığı içsel deneyimler ve bunlardan şaman ritlerinin motiflerinin çıkmasıyla ilgili en iyi ipuçları geniş Sibirya bölgesinin Buryat, Yakut, Ostyak, Vogul ve Tunguz şamanlarının son yıllarda toplanılan yaşam öykülerinden çıkartılabilir. Batıda Yenisey ırmağından doğuda Lena’ya, güneyde Baykal Gölünden kuzeyde Taymir Yarımadasına uzanan Sibirya paleolitik çağlardan beri şamanizmin klasik akademisi olmuştur ve bugün de yaşayan en önemli merkezidir.
1925 yılında Rus halkbilimcisi G. V. Ksenofontov’un sorularına -kendisi de saf kan Yakut’du- Aşağı Tunguska Irmağındaki evinde yanıt veren Tungus şaman Semyonov Semyon “Eğer soyunda şaman yoksa insan şaman olamaz” diyordu. “Ancak ataları arasında şaman olanlar, şamanlık armağanını alabilirler. Yani, armağan kuşaktan kuşağa geçer. Benim en büyük ağabeyim İlya Semyonov şamandı. Üç yıl önce öldü. Anne tarafımdan dedem de şamandı. Anneannem Çirindi’den, Yessey Yakutlarından Jakdakardı”.
Ksenofontov “Anlaşılıyor ki şamanlar şamanlık armağanını aileden alıyorlar ve bunların adlarını biliyorlar; yüzyılların gerisinden şamanlık geleneği zinciri kırılmadan geliyor” diyor ve ekliyor “Yessey Yakutları büyük olasılıkla Yakutlaşmış Tunguzlardır.”
Şaman anlatmaya devam ediyor: “Ben şamanlık yaptığımda ölmüş ağabeyim İlya’nın ruhu gelip benim ağzımdan konuşur. Şaman atalarım da beni şamanlık yoluna zorladılar. Şamanlığa başlamadan önce bütün bir yıl hasta yattım. On beş yaşımda şaman oldum. Beni bu yola iten hastalık gövdemde şişmelere yol açıyor ve sık sık bayılma nöbetlerine tutuluyordum. Şarkı söylemeye başladığımda hastalık genellikle kaybolurdu.
Sonra atalarım bana şamanlık yapmaya başladılar. Beni tahta direk gibi dikip bilincimi yitirene kadar bana ok attılar. Etimi kestiler, kemiklerimi ayırdılar, saydılar ve etimi çiğ yediler. Kemiklerimi saydıklarında birinden çok buldular, az olaydı şaman olamıyacaktım. Ve onlar bu riti gerçekleştirirken ben bütün yaz bir şey yiyip içmedim. Fakat sonunda şaman ruhları bir ren geyiğinin kanını içtiler ve bana da içirdiler. Bu olaylardan sonra şamanın kanı azalır ve solgun görünür.
Bütün Tunguz şamanlarına aynı şeyler olur. Ancak şaman ataları böyle gövdesini
kesip kemiklerini ayırdıktan sonra şamanlık yapmaya başlayabilir.”308
Profesör Mircea Eliade’nin şamanizm üstüne karşılaştırmalı çalışmasında gösterdiği gibi,309 burada anlatılan zihni bunalım bütün mesleğe çağrılarda görülen genel yapıdır. Eşdeğerleri şamanların bulunduğu ve şamanlık yaptığı her yerde yani dünyanın bütün ilkel toplumlarında görülmüştür. Böyle bir bunalımla hızlandırılan geçici dengesizlik sinirsel bir çöküntüyü andırsa da, böyledir diye göz ardı edilemez. Çünkü bu sui generis bir görüngüdür; patolojik bir olay değil, bu toplumların armağan sunulan zihinleri için olağan bir olaydır. Terim yokluğu nedeniyle hiyerofantik gerçekleşme adını verebileceğimiz güçten etkilenip o gücü özümleme sürecidir. Hem dünyanın hem insanın kendi içinin çok derinlerinde saklananın kavranılmasıyla dünya kutsal bir nitelik kazanır; ‘kaba görüşlü’ dürüst avcıların (peşinde oldukları ister dolar, ister guanako postu, ister hipotezler üretmek olsun) kesinlikle ulaşamadıkları bir derinlik, William James’in türümüzün ‘sevecen zihinliler’ diye adlandırdığı kişilerce kendiliğinden sezinlenir310 ve Paul Radin Filozof İlkel İnsan yapıtında bunların uygar toplumlarda da ilkel toplumlardan az olmadıklarını göstermiştir.311
Böyle hiyerofantik kavrayışın gücü ilkel toplumdaki bir beyin için çok daha zorlayıcıdır çünkü toplumsal yapı, kendisini çevreleyen doğayla ilişkisini oturttuğu mantık çerçevesiyle birlikte mitolojiye dayanmaktadır. Dolayısıyla bunalım toplum ve dünyadan kopuş olarak çözümlenemez. Tersine derinlikleri kavranılmıştır ve kopuş daha çok büyük çoğunluğu tatmin eden insan ruhu ve dünyaya ilişkin saçma yaklaşımdandır.
Duyarlı gözlemciler tarafından belirtildiğine göre, nevrozun yaşamı sakatlayan psikolojisinin tersine (nevroz kendi toplumumuzda olduğu gibi ilkel toplumlarda da tanımlanmıştır ve şamanlıkla karıştırılmamaktadır) şamanlık bunalımı, gerektiği biçimde beslendiğinde, yetişkinin zekâsını açıp incelttiği gibi topluluğun normal üyelerine göre ona daha fazla fiziksel dayanıklılık ve ruhsal canlılık da vermektedir.312 Bunalım, sonuç olarak, daha üst bir eşiğe geçiş kıymetine sahiptir. Daha üstündür çünkü öncelikle kendiliğindendir, kabile tarafından zorlanmamaktadır. İkincisi, psikolojik güç taşıyan simgeleri kabile ailesine313 ait değildir, evrensel aileye aittir. Yaşam savaşının böyle somut olarak anlaşılan büyüklüğüyle harekete geçirilen ruhsal enerji, grup-çıkışlı, grup çabasıyla elde edilen, erginlik ritleri ve erkeklerin dans alanıyla yaratılan hayale dayalı kılık değiştirmelerle ortaya çıkartılıp yönlendirilenden çok daha güçlüdür. Bireye çok daha sağlam bir temel ve daha geniş bir formasyon sağlar ve aynı zamanda şamanizm görüngüsüne, hangi toplumda olursa olsun yerel ritlerin paylaşmadığı genel insani değerler kazandırma eğilimi içindedir. Ve son olarak, avcı toplumların grup ritleri, au fond314, öncelikle şaman deneyimlerinde görülen imgelerin, en iyi şamanlarm aktardığı mitosların ve en iyi şamanlarm yorumladığı efsanelerin toplumsal tortusundan oluştuğu için, derinden gelip zorlayan işe başlama çağrılarının yarattığı acı veren bunalım genç adayı kendi kültürel yapısının kökenine ve aynı anda kabilesinin bütün üyelerinin de psikolojik yapısının köklerine götürür.
Öyleyse, Şaman, en derin anlamda gruba karşı çıkmaktadır ve böyle yapmak zorundadır; çünkü, onun için grubun bütün çıkarları ve kaygıları ikincil planda kalır. Ancak, kimi biçimde ve kimi anlamda, grubun ve değişik endişelerinin ancak görüntüsü olduğu dünyanın yüreğine inmiş olduğundan, onları şaşırtan
biçimlerde onlara yardımcı da olabilir, kötülük de yapabilir.
Fakat, o zaman, bu güce nasıl kavuşmaktadır?
Önce, erginlik ritlerinde olduğu gibi Semyenov’in düşünde de ana yapıcı temanın ölüm ve diriliş macerası olduğunu belirleyelim. Anababanın yamyam canavar olduğu bebeklik imgesini daha önce anlatmıştık. Şaman imgeleminde ana nokta, kurbanın yenilmiş olmasına karşın, kemiklerinde bulunan kalıtımsal bir eski durumuna dönme gücü vardır ve böylece yaşama dönebilir. Ölümden daha güçlüdür.
Spencer ve Gilllen, Aranda büyücülerinin yaşamlarındaki eşdeğer bir olayı anlatmışlardır. Bu Avustralya kabilesinden bir erkek şaman olma gücü bulunduğunu anladığında kampı tek başına terk eder ve bir mağaranın ağzına gider. Orada büyük bir telaşla, içeri girmeye cesaret edemeyerek uykuya yatar. Gün doğarken bir ruh mağaranın ağzına gelir ve orada yatan adamı görerek ona görünmez bir mızrak atar. Mızrak ensesinden girer, dilinden geçer ve ağzından çıkar. Dil yaşam boyu küçük parmağın sığabileceği biçimde ortası delik kalır. İşlemden sonra gözle görülebilir, dışardan anlaşılan tek belirti budur. Bundan sonra ruhun attığı ikinci bir mızrak bir kulaktan girip ötekinden çıkar ve kurban düşüp ölür. Onu hemen ruhların sürekli güneş altında, şırıldayan ırmakların arasında yaşadığı mağaranın içlerine götürürler. Mağaranın on mil ötedeki Edith Sırası denilen noktaya kadar yeraltından uzandığı sanılmaktadır. Ruhlar orada adamın bütün iç organlarını çıkarırlar ve yenilerini takarlar; böylece yaşama döner fakat çılgın gibidir. Ama bu uzun sürmez. Aklı yeteri kadar başına gelince mağara ruhları -birkaç yetenekli büyücü ve köpeklerden başka kimseye görünmezler- onu kendi halkına gönderirler. Tuhaf görünmeye ve davranmaya devam eder ve bir sabah burun kemerinin üstüne kömür ve yağdan boyayla kalın bir şerit boyadığı görülür. Artık bütün çılgınlık belirtileri yok olmuş ve yeni büyücü uzman olmuştur. Fakat bir yıl süreyle büyücülük yapmamalıdır ve eğer bu süre içinde dilindeki delik kapanırsa bunu hiçbir zaman yapamayacaktır, güç onu terk etmiştir. Bu süre içinde mesleğinin yerel ustalanyla görüşerek işin gizlerini öğrenir. Spencer ve Gillen’e göre bunlar “üstünde küçük kuvars taşlar ve sopa parçaları taşıyarak istediğinde bunları ortaya çıkarabilmek ve bu el çabukluğundan daha önemli olmayan biçimde daima doğallık dışı bir ağırbaşlılıkla sıradan insanlardan gizlenen bilgilere sahipmiş gibi görünmek”den ibarettir.315
Şamanın yeni bağırsakları kuvars kristallerden oluşur ve artık insanlara iylilik veya kötülük yapacak gücü vardır.316 Yani burda da ölüm ve diriliş teması vardır fakat taştan yeni bir gövde ortaya çıkmaktadır. Bu durumun Doğu’daki eşdeğeri Hindu ve Budist mistik edebiyatında önemli bir rol oynayan ‘elmas’ veya ‘yıldırım’ gövdedir; yogi bu gövdelere (vajra) erişir. İlkel düzeyde bu fikri psikoanalitik bir yaklaşımla, bebek ruhunun kendi gövdesinin zarar görmesi korkusuna karşı onarıcı bir hayal olarak görmek daha doğru olacaktır.317 Fakat böyle bir yaklaşımın Hindu ve Budist düşünce için pek haklı görülebileceğini sanmıyorum; bu, zamana bağlı değişim görüngüsünün ardındaki metafizik süreklilik ilkesi olarak bilinen kavramdır. Fikrin ne kadar ilkel düzeye doğru geri götürülebileceğini kestirmek kolay değildir; bütün gelişmiş mistisizm geleneklerinde “bizim hakir bedenimizin şeklini kendi izzetli bedeninin benzeyişine değiştirme” görüşü (Filipelilere 3:21) evrenseldir. Fakat şimdiye
kadar Eskimo şamanların anlattıklarının değerlendirilmesiyle çok eskilere uzandığı söylenebilir sanırım. Veya okuyucunun Dr. Freud’un psikanaliz dışında bütün yüksek düşüncelerin bebeklik endişelerinin işlevi olduğu görüşüne ne kadar bağlanacaklarını bilemem. Ama iki türlü de öyle bir deneyim düzey veya noktasıyla karşı karşıyayız ki Bastian’ın birincil fikirler adını verdiği bu olsa gerek. Şamanlık bunalımının içe dönüklüğü ve yerel gündelik yaşamdan geçici olarak kopması, en derin anlamıyla bölgeselliği aşan veya en azından başka bir şey sezdiren bir deneyim alanı açar. Burada Tanrıların nihai dünya ve kaynaklarına ve mucizelerine -bütün büyüye- yaklaşmış olduğumuzdan kuşkulanıyorum. Tunguz şaman Semyonov Semyon şöyle diyordu: “Yukarıda şamanların ruhlarının güç kazanmadan önce geri çağrıldıkları bir ağaç var. Ruhlar bu ağacın dallarındaki yuvalarda yatarlar ve beklerler. Ağacın adı ‘Tuuru’dur. Ağaçtaki yuva ne kadar yüksekte olursa, onun içinde yetiştirilen şaman da o kadar güçlü olur, bilgisi artar, uzağı görür.
Şaman davulunun çerçevesi yaş bir çamdan kesip çıkartılır. Bu kara çam Tuuru ağacının anısına ve onuruna, şaman ruhunun yetiştirildiği yere duyulan saygıyla canlı ve ayakta bırakılır. Ayrıca ulu Tuuru ağacının anısına şaman her seans için ayin yaptığı çadırına bir veya daha fazla çatal dal diker, bunlara da Tuuru denir. Bu hem burda bizde Aşağı Tunguska’da hem de Angara Tunguzları arasında yapılmaktadır. Yakutlarla bağı olan Tunguzlarda bu dikilen ağaca ‘Sarga’ denilir. Uzun kara çam dalındandır. Çatala beyaz elbiseler asılır. Angara Tunguzları ağaca kurban edilen hayvan postlarını asarlar. Orta Tunguskta Tunguzlarının Tuuruları aynı bizimkiler gibidir.
İnancımıza göre şamanın ruhu şamanlık yapıldığında bu ağaca Tanrının yanına tırmanır. Rit sırasında ağaç büyür ve göğün görülmez zirvelerine varır.
Tanrı dünya ve insanı yaratırken iki ağaç yaratmıştır: bir erkek, kara çam ve bir dişi, köknar.”318
Ağaç imgesi Sibirya şamanizminin karakteristik özelliklerindendir. İmge güneyin büyük geleneğinden alınmış olabilir fakat farklı şamanlık deneyim düzenine uyarlanmıştır. Wotan’ın ağacı Yggdrasil gibi o da dünyanın eksenidir, doruğa ulaşır. Şaman bu ağaçta beslenir ve onun ağacından yapılan davulu trans anında şamanı gene oraya taşır. Eliade’nin belirttiği gibi şamanın gücü kendisini istediği zaman trans durumuna geçirebilmesinde yatar. O trans durumunun kurbanı değildir; uçan kuşun havayı kullanması gibi ona egemendir. Davulunun büyüsü onu ritmin kanatlarında taşır, ruhsal yolculuğun kanatlarında. Davul ve dans şamanın ruhunu yükseltir ve onu ruhlarına ulaştırır -başkalarına görülmeyen fakat ona güç veren ve uçuşunda ona yardım eden hayvan ve kuşlara. Ve kendinden geçmiş trans durumundayken şaman mucizevi işlerini gerçekleştirir. Trans durumunda kuş gibi yukardaki dünyalara uçar veya ren geyiği, boğa ve ayı gibi yerin altındaki dünyaya iner.
Buryatlar arasında şamanı koruyan hayvan veya kuşa kubilgan denilir; anlamı kubilku ‘kendini değiştirmek, başka biçimi almak’ fiilinden “başkalaşım”dır.319 On sekizinci yüzyıl başlarında Sibirya’ya giden Rus misyonerler ve gezginler şamanların ruhlarıyla garip, ince bir sesle konuştuklarını bildirmişlerdir.320 Ayrıca kabilelerde sayısız kanatlarını açmış kaz imgesiyle karşılaşmışlardır; bunlar bazan pirinçtendir.321 Birazdan göreceğimiz gibi
Baykal Gölü bölgesinde Mal’ta adlı paleolitik av istasyonunda mamut dişinden oyulmuş kaz ve ördekler bulunmuştur322. Bu tür uçan kuşlar birçok paleolitik merkezde bulunmaktadır ve Ukrayna’da Kiev yakınlarında bulunan Mezin’de bir örnekte kanatların altında en eski svastika biçimlerinden biri vardır -(daha önce belirttiğimiz gibi) bu Buda’nın ruhsal uçuşunu temsil eden yakındaki Çin ve Tibet’in daha sonraki Budist sanatıyla ilişkili bir simgedir. Ayrıca, güney Fransa’da Lascaux paleolitik mağarasında kuş kıyafetine bürünmüş, trans durumunda bitkin yatan bir şamanın resmi vardır, üstünde de tünemiş bir kuş görülmektedir. Sibirya şamanları bugün bile kuş kostümleri giyinirler ve çoğunun annelerinin onlara kuştan hamile kaldığına inanılır. Hindistan’da usta yogiler için kullanılan bir saygı sözcüğü Paramahamsa’dır: üstün veya yüce (parama) yabani erkek kaz (hamsa). Çin’de ‘dağ adamı’ veya ‘ölümsüzler’ (Hsien) denilen kişiler kuş gibi tüylü olarak veya gökte süzülen hayvanlar olarak resmedilirler. Germen Lohengrin, kuğu şövalye efsanesi kuğu kızdan türeyen Şamanizm masalını anlatır ve ruhsal gücün işareti olarak kuş imgesinin önemine bir başka kanıt getirir. Ayrıca Meryem’in üstüne inen kumruyu veya Truvalı Helen’in babası olan kuğuyu anımsamamız gerekmiyor mu? Birçok ülkede ruh kuş olarak resmedilmiştir ve kuşlar genellikle ruhsal habercilerdir. Melekler biçimleri değişime uğramış kuşlardır. Fakat şamanın kuşu özel bir niteliğe sahiptir, şamana trans durumundayken uçma ve yaşamın ötesine geçip sonra geri gelme yeteneği veren güce sahiptir.
Mucize yaratan bu kişilerin dolaşıp yaşadığı dünyaya ait bilgiler Yakut şaman Aadja efsanesinden edinilebilir. Aadja’nın şaşırtıcı üç aşamalı yaşam öyküsü anne babaları onlar çok küçükken ölen iki kardeşin masalıyla başlar; küçüğü yirmi ve büyüğü otuz yaşındadır, küçük evlidir. Masal “aynı yıl” diye devam ediyor: “kırmızı alacalı erkek bir tay doğmuştu ve bütün belirtiler onun çok güzel bir at olacağını gösteriyordu. Fakat o sonbahar kardeşlerden küçüğü -evli olan- hastalandı ve öldü. Ve orada ölü yatarken gene de çevresinde konuşulan herşeyi duyabiliyordu. Uykuda gibiydi. Kıpırdayamıyor ve konuşamıyordu fakat tabutunu hazırladıklarını ve mezarını kazdıklarını duyuyordu. Canlı gibi orda yatarken, yaşama geri dönebileceği halde onu gömmek için toplanmalarına üzülüyordu. Onu tabuta koydular, tabutu mezara indirdiler ve üstünü örttüler.
Mezarda yatarken ruhu, yüreği ağladı ve inledi. Fakat birden yukarda birinin mezarı kazmaya başladığını duydu. Onun, hala canlı olabileceğini düşünen ve onu çıkartmak isteyen ağabeyi olacağını düşünerek sevindi. Fakat sonunda tabutun kapağı açıldığında tanımadığı dört kara insan gördü. Gövdesini alıp kaldırdılar ve yüzü eve dönük tabutunun üstüne çıkarttılar. Pencereden ateşin yandığını ve dumanın bacadan çıktığını görebiliyordu.
Sonra uzakta bir yerde, toprağın derinliklerinde bir boğa böğürmesi duydu. Böğürtü yaklaştıkça yaklaştı, toprak sallanmaya başladı ve o da çok korktu. Mezarın içinden bir boğa çıktı. Baştan aşağa siyahtı ve boynuzları birbirine yakındı. Hayvan onu aldı, boynuzlarının arasına oturtarak biraz önce çıktığı yerden aşağılara götürdü. Bir evin olduğu bir yere geldiler. Evden sesinden yaşlı olduğu anlaşılan bir adamın sesi geldi: “Çocuklar işte! Küçük oğlumuz bize insan getirdi. Gidip de yükünü indirin” diyordu. Bir kaç kara, solgun adam sıçrayıp geldi, onu kaptı ve eve götürüp yaşlı adamın eline koydu. Yaşlı idam onu
elinde tarttı ve “Onu geri götürün! Onun kaderi orda yeniden doğmak” dedi. Boğa hemen onu tekrar boynuzlarının arasına aldı ve aynı yoldan geçip onu aldığı eski yere bıraktı.
Yaşayan ceset kendine geldiğinde gece olmuştu ve etraf karanlıktı. Kısa süre sonra siyah bir kuzgun göründü. Başını adamın bacaklarının arasına soktu, onu kaldırdı ve yukarılara uçtu. Tepede bir açıklık gördü. Burdan geçip güneşin ve ayın aynı anda göründüğü ve evlerle ahırların demirden olduğu bir yere geldiler. Oradaki herkesin başı kuzgun başı gibiydi fakat gövdeleri insan gövdesiydi. Ve en büyük evin içinden yaşlı adam sesi gibi bir ses geliyordu: “Çocuklar bakın! Küçük oğlumuz bize insan getirdi. Gidip de yükünü indirin”. Bir kaç genç dışarı fırladı, yeni getirileni yakalayıp eve soktu ve beyaz saçlı yaşlı bir adamın eline koydu. Yaşlı adam önce onu tarttı sonra “Çocuklar, onu alın ve en yüksek yuvaya yerleştirin!” dedi.
Orada büyüklüğünü bildiğimiz hiçbir şeyle karşılaştıramayacağımız kocaman bir kara çam vardı. Tepesi muhakkak ki cennete uzanıyordu. Her dalında karla kaplı ot yığını büyüklüğünde bir yuva vardı. Gençler yüklerini bunların en yükseğine koydular ve kanatlı bir ren geyiği uçarak geldi, o da yuvaya kondu. Memesini adama verdi ve o da emmeye başladı. Üç yıl orada kaldı. Emdikçe gövdesi küçüldü sonunda yüksük kadar kaldı.
Göklerdeki yuvasında böyle dingin bir yaşam sürerken bugün aynı yaşlı adamın sesini duydu. Yedi kuzgun başlı oğullarından birine “Oğlum, Orta Dünya’ya git, bir kadın yakala ve getir,” diyordu. Oğul aşağı indi ve hemen kahverengi yüzlü bir kadını saçından tutup getirdi. Hepsi sevindiler ve bunu kutlayıp dansettiler. Fakat sonra yuvadaki adam bir sesin şöyle dediğini duydu: “Bu kadını demir ahıra kapatın, Orta Dünya’daki oğlumuz gelip götüremesin!”
Kadın ahıra kapatıldı ve adam yuvasından bir şaman davulunun sesini duydu, ses Orta Dünya’dan geliyordu. Bir de şaman şarkısı duyuluyordu. Bu sesler gittikçe yaklaştı, yaklaştı ve sonunda aşağıdan çıkış aralığında göründüler. Önce bir baş sonra çevik hareketleriyle orta yapılı, saçı çoktan ağarmış bir adam göründü. Daha görünür görünmez davul sopasını yatay olarak alnına bastırdı ve alnında tek boynuzu olan bir boğaya dönüştü. Boğa tek vuruşta kadının kapatıldığı ahırın kapısını devirdi ve kadınla birlikte dört nal aşağı koşturdu.”323
Burada tanık olunan -okuyucuya söylemek gerekebilir- yukardaki dünyaya dünyalı bir şamanın gelişidir. Ölmüş bir kadının ruhunu kurtarmaktadır. Çünkü hastalık, şaman kuramına göre, ya gövdeye yabancı bir öğenin girmesiyle olur, Bridges’in Ona büyüsü hakkındaki açıklaması da böyleydi (küçük bir fare, çakıl taşı, solucan veya daha az şamanımsı atıcı bir araç), ya da ruhun gövdeyi terk ederek ruh bölgelerinden birinde, dünya tabakasının altmda veya üstünde hapsedilmesiyle. Hastaya çağrılan şamanın ilk karar vereceği konu, sağaltacağı hastalığın türüdür. Buna göre masaj, söktürücü bir ot ilacı, içeri giden öğenin emilip çıkartılması gibi uygun bir tedavi yapacaktır. Fakat ruh uçtuysa görünmeyeni görme yeteneğiyle onun gizlendiği yeri keşfetmelidir. Sonra -dedikleri gibi- davulunun sesine binerek, trans kanatlarının üstünde ruhun gittiği diyara uçmalı, göklerde, cehennemde veya dağların ötesindeki ruhsal ülkelerin bekçilerini alt etmeli ve hemen şamanca kurtarma görevini
yerine getirmelidir. Bu sonuncusu klasik şaman mucizesidir ve özellikle hasta ölmüş olduğunda çok fazla fiziksel dayanıklılıkla ruhsal cesaret ister.
Bu olayları dünyadan, yere basarak seyredeceğiz fakat şimdi masalımızdaki göklere dönelim. Usta bir şaman gelerek kendisini boğaya dönüştürdü, demir deponun sürgülerini parçaladı ve ödülüyle, tanrıların ölmesini düşündüğü kadının ruhuyla birlikte dört nala gitti.
“Arkasından bağırtılar, ağlamalar, yakınmalar koptu ve yaşlı adamın oğlu tekrar aşağıya Orta Dünya’ya indi. Bu kez başka, beyaz yüzlü bir kadınla geldi. Kadın böceğe dönüştürüldü ve yurdun ana, orta direğine iyice gizlendi. Ama çok geçmeden yine şaman davulu ve şarkısı duyuldu. Gelen kişi yine hastasını buldu. Kadının gizlendiği direği kırdı ve onu alıp götürdü.
Bu kez yaşlı adamın oğlu üçüncü kez aşağı indi ve aynı beyaz yüzlü kadınla döndü. Kuzgun başlı ruh-insanlar kadını gizlemek için daha iyi hazırlandılar. Çıkış aralığında odun yaktılar, ellerine ışık saçan meşaleler aldılar ve girişte dikkatle beklemeye başladılar. Şaman göründüğünde ona meşalelerle vurdular ve onu dünyaya geri döndürdüler.
Sonunda, üç yılının bitiminde, yuvadaki küçük gözlemci tekrar yaşlı adamın sesini duydu. “Yılları tamam” dedi ses, “Çocuğumuzu Orta Dünya’ya fırlatın. Doğmak için bir kadına girecek. Bizim ona verdiğimiz adla, Şaman Aadja ün kazanacak. Hiç kimse bu adı kutsal ayda boşuna almayacak!”
Şarkılar ve kutsamalarla yedi oğul onu Orta Dünya’ya fırlattı. Adam bayıldı ve oraya nasıl geldiğini unuttu. Ancak beş yaşına gelince anıları tazelendi ve daha önce doğmuş olduğunu, dünyada nasıl yaşadığını, yukarıda nasıl doğduğunu ve kendi gözleriyle bir şamanın gelişini nasıl gördüğünü anımsadı.
Yeniden doğumundan yedi yıl sonra ruhlar onu yakaladılar, şarkı söylemeye zorladılar ve parça parça kestiler. Sekiz yaşında şamanlık yapmaya ve ritüel dansa başladı. Dokuz yaşında ünlü olmuştu bile. On ikisinde büyük bir şamandı.
Bu kez dünyaya geldiği yerin eskiden yaşadığı yerden on beş verst (on mil kadar) uzak olduğunu öğrendi. Eski kardeşini ziyaret etti ve karısının yeniden evlendiğini, öldüğü yıl doğan tayın şimdi ünlü bir at olduğunu gördü. Fakat akrabaları onu tanıyamadılar ve o da birşey demedi. Fakat bir yaz günü, zengin biri Isyaç Bayramını kutlarken -kutsal kımız şenliği- At Ruhunu Kaldırma ritüeli sırasında kendisi yuvasındayken Yukarı Dünya’ya gelen şamanı görüp tanıdı. Yaşlı adam onu hemen tanıdı ve başkalarının da duyabileceği yüksek bir sesle “Bir zamanlar bir şamana hasta bir kadının ruhunu kurtarması için yardım ederken seni onuncu, en yüksek daldaki yuvanda hayvan annenin memesini emerken görmüştüm” dedi. “Yuvandan dışarı bakıyordun”. Genç şaman Aadja bu sözleri duyunca kızdı. “Neden doğum gizimi herkese açıyorsun?” diye sordu. Öteki şöyle yanıtladı: “Bana kötülük etmeyi, beni mahvetmeyi, beni yemeyi tasarlıyorsundur diye! Ben eskiden, senin beslendiğin kara çamın sekizinci dalında beslenmiştim. Tekrar doğacağım ve kara Kuzgun Kara-Suorun tarafından besleneceğim”.
Yakut masalcı Popov İvan şöyle devam ediyordu: “Genç şamanın o gece yaşlı şamanı öldürdüğünü anlatırlar. Şaman ruhları onu yuttu ve böylece onu öldürdüler,
kimse görmedi. Bu çok eski öyküyü bana çok yaşlı biri anlattı.”324
Ruhlar Avustralya şamanlarını mağarada, Sibirya şamanlarını ağaçta yetiştiriyorlar. Gene de iki deneyimin özünün aynı olduğunda kuşku var mı? Sibirya’da şamanın eti yeniliyor ve tekrar yaratılıyor. Avustralya’da bağırsakları çıkartılıp yerine kuvarz kristaller takılıyor. Ama bunlar aynı olayın iki değişik biçimi değil mi? İki olayda da aynı iki olaym gerçekleşmesi gerektiğini görüyoruz: biri ruhlar tarafından öteki yaşayan ustalar tarafından yerine getiriliyor. Bunlar şamanizmin bulunduğu her yerdeki iki temel özelliğidir. Farklı bölgelerde düşler farklılaşır; vecd ve geleneksel olarak öğretilen büyü teknikleri de farklıdır. Şamanlık bunalımının ortaya çıkışı ve gerçekleşmesi kültürel biçimlere bağlıdır ve yerel tarihleri vardır. Fakat bunalım yapısı (kuşkusuz daha uzun olabilir) şamanın göreve çağrılmasının yaşandığı ve sonuca erdirildiği her yerde aynıdır.
Çok canlı biçimde gösterilen ana nokta mitoloji ve din görüngüsünde iki ayrı etkenin tanımlanması gerektiğidir: tarih dışı olan ve tarihsel olan. ‘Kaba görüşlü’, çok meşgul veya basitçe yeteneksiz çoğunluk için dinsel yaşam tarihsel etkenlere bağlıdır. Tüm deneyimleri yereldir, toplumun egemenliği altındadır ve tarihsel olarak incelenebilir. Mistik eğilimli ‘sevecen zihinli’ kişilerin ruhsal bunalımlarında ve yaşantılarında ise üstün olan tarih dişilik etkenidir. Onlar için yerel gelenekler, ne kadar gelişmiş olurlarsa olsunlar, somut bir etkilenmeye daha öteye varma deneyiminin basit bir aracından ibarettirler. Son çözümlemede dinsel deneyim psikolojiktir ve en yoğun anlamıyla kendiliğindendir; içsel olarak harekete geçer, tarihsel koşullar ona yardımcı olur veya onu zorlaştırır fakat insanoğlu için hep vardır. Hudson Körfezinden Avusturalya’ya, Tierra del Fuego’dan Baykal Gölüne atlıyoruz ve kendimizi gene aynı konumda buluyoruz.
Şamanizm üstüne bu bölümde mistik deneyim sorununa hafifçe dokunmuş oluyoruz. Mistik deneyim tarih dışıdır ve gene de göründüğü her yerde yerel geleneğin yarattığı, yerel rahiplerin geliştirdiği ve az veya çok toplumsal amaçlar için kullanılan ve biraz da yerli halkı ruhsal bakımdan rahatlatan imgeleme anlam ve derinlik veren odur. Şaman bu ilkeyi ilkel düzeyde temsil eder, daha gelişmiş kültürel ortamlarda mistiğin, şairin, sanatçının yaptığı da budur.
Temel bir hipotez olarak, birincil fikirle mistik ve etnik fikirle tarihsel etken arasında görelilik olduğunu öneriyorum. Birincil fikir etnik bir ortam dışında yaşatılıp ortaya konulamaz dolayısıyla mitoloji ve dinin yalnızca tarihsel çerçevede incelenip tartışılabileceği sanılır. Gerçekte manyetik bir alan gibi, etnik yapıları arkadan çeviren, örgütleyen kendiliğinden ilerleyen biçimleyici bir güç vardır ve ekonomik, toplumsal, siyasal veya tarihsel olarak yorumlanamazlar. Psikoloji görülmez bir düzenleyici gibi bütün tarihsel oluşumun içinde ve ardında gizlenir.
Fakat öte yandan, bütün mitolojik imgelem ve ritüel biçimler, felsefe kapsamları ve toplumsal etkileriyle tarihsel olarak da incelenebilir ve incelenmelidir. Profesör Jensen mitolojiye saf psikolojik yaklaşım getirenlere yönelttiği güçlü eleştirisinde “Mitos bağımsız imgelerin ardışıklığı değildir, anlamlı bir bütündür; onda gerçek bir dünyanın belirli bir yönü yansır” demektedir.325 Bu
çalışmanın ikinci kısmında, bitki dünyasının ölüm ve doğum modeliyle insanın imgeleminde yansıdığı yönü gördük. Üçüncü kısmın kalan bölümlerinde hayvan dünyasının temsil ettiği yöne verilen yanıtları inceliyoruz. Bu iki bağlamda da erkek ve kadınlar birbirlerine ve dünyalarına bağlıdırlar yani yerel yaşam biçimlerine aittirler ve mitoslar öncelikle toplumsal amaçlara hizmet eder. Oysa konumuzun şimdi incelediğimiz aşamasında, şamanizm ve coşku tekniklerinde, aynı simgeler ‘ilişkiyi koparma’ işlevi görürler.
Çalışmamızın konuları aşağıdaki gibi toplanabilir:
A. Tarih dışı, kendiliğinden etkenle yaşanan şamanlığın mistik coşkusu; şu yollarla ortaya çıkar ve gerçekleşir:
1) avcı toplumların imgelemi
2) ilkel bitki yetiştiricilerin imgelemi
3) hiyeratik şehir devletinin imgelemi
B. Tarihsel, koşullu ve koşullayan etkenle yaşanan toplumsal kökenli gelenek; şunlarda temsil edilir:
1) avcı toplumların imgelemi
2) ilkel bitki yetiştiricilerin imgelemi
3) hiyeratik şehir devletinin imgelemi
Ayrıca, şaman bunalımının temel biçimi aşağıdaki gibi özetlenebilir:
A. Ciddi sinirsel çöküntüye benzer belirtilerle açığa çıkan günlük yaşamdan kopuş yaratan kendiliğinden davranışlar: parçalanma düşleri, ruhlar dünyasında beslenme ve yeniden geri gelme.
B. Yardımıyla daha üst bir düzeyde gerçek bir canlanmanın yaşandığı, ustadan alınan mitolojik eğitimle şamanlık kursu.
C. Topluluğun doğal kıskançlığından çeşitli numaralar ve güç gösterileriyle korunarak topluluk hizmetine sunulan büyücülük mesleği. Şaman sağlığına sanatla yeni mitoloji ve şarkıyla kavuşur. Şaman Semyonov Semyon “Şarkı söylemeye başladığımda hastalığım genellikle geçerdi” demişti. Şamanın mesleğini icra edişi de sanatladır: ruhsal ‘tutulma’sının hayal dünyasının zaman ve mekânında bir taklit veya karşı çıkış. Yurdun ortasına bir direk dikilir, koç boynuzlarıyla buna tırmanır, ruhunun büyüsel yükselişini taklit eder; “çünkü ağaç”, anlatılmış olduğu gibi, “rit sırasında büyür ve gökyüzünün görülmez doruklarına ulaşır”.
Lena Irmağı kıyısında yaşayan yaşlı bir Yakut olan Alexejev Michail “eskiden şamanların rit seansları sırasında nasıl boğalar gibi böğürdüğünü anımsıyorum” demektedir. “Ve başlarında ciddi, gerçek boynuzlar büyürdü. Böyle bir şeyi ben kendim gördüm. Köyümüzde Konnor adlı bir şaman yaşardı. Ablası ölünce şamanlık yaptı. Bunu yapınca da başında boynuzlar çıktı. Kuru toprak döşemeyi onlarla çizdi ve dört bir yana koştu, aynı boğa oyunu oynayan çocuklar gibi. Yüksek sesle boğa gibi böğürdü.”326
Bir başka yerli, Pavlov Kapiton “Her şamanın hayvan-annesi veya hayvan kökeni olması gerekir” demektedir. “Genellikle bunun geyik olduğu düşünülür bazan da ayıdır. Bu hayvan bağımsız, şamandan ayrı yaşar. Belki en iyi, şamanın
göklerde uçan atılgan gücü olarak canlandırılabilir”.327 G. V. Ksenofontov “O şamanın kâhinlik armağanının varlık bulmasıdır” diye ekliyor, “O şamanın, geçmişe de geleceğe de gidebilen görüş gücüdür.”328
Şamanın ayrıca ona yardımcı olan kuşları ve ruhları vardır. Samsonov Spiridon şöyle anlatır: “Şamanlar bize, görülmez yardımcıları olan iki köpekleri olduğunu anlatırlar. Seans sırasında onlara adlarıyla seslenirler, ‘Çardas’ ve ‘Botos’. Kötü ruhlara kapılmış kana susamış bir şamanın köpekleri sığırları ve insanları öldürür: fakat yetişkinlere saldırmazlar.”
Kaynak kişi şöyle sürdürüyor: “Bazı şamanların ayıları, kurtları olduğu ve bunların da seanslarda ortaya çıktığı söylenir.”329
Fakat şamanlık yapmak isteyen herkes şaman olamaz. Danilov Pyotr başarısız kalan böyle bir girişimi anlatıyor: “Bertun yöresinde, iki yıl önce, yakında şaman olacağını söyleyen biri vardı. Kendisi için açık arazide bir kulübe yapılmasını istedi. Küçük ev en büyük kara çamın hemen karşısına yapıldı. Ağaçta seanslardan sonra asılmış birçok şamanlık idolleri vardı. Genç, evlenmemiş delikanlılar evi onun talimatlarına göre soyulmamış dallardan yaptılar. Adamın adı Michail Savvitch Nikitin’di ve kırk yaşlarındaydı.
Evin yapımı bitince içine girdi ve üç gün orda kaldı. “Orda ölü gibi üç gün yatacağım, gövdem parçalara ayrılacak, sonra üçüncü gün gene kalkacağım” demişti. Diriliş günü için Taappyn’in oğlu Botşukka adlı şamanın getirilmesini istemişti. Bu şaman ‘Gövdenin Kaldırılması’ ve ‘Şamanlığa Kabul Eğitimi’ törenlerini düzenleyecekti. Dimitri Saba-Uktuur adlı adamın da çırak olarak onun yanında olacağını söylüyorlardı.
Çağrılan şaman geldiğinde töreni görmek için birçok insan kulübenin çevresinde toplandı. Şaman davuluyla birlikte gelmişti ve aday, şaman kostümüne bürünmüştü. Kabul törenini yürüten şamanın çok yakınındaydım, her şeyi duyuyordum. Ruhlarını çağırdı, onları övdü ve yardım istedi. “Yaz ortası yapraklar, otlar yeşerdikten sonra şamanlığa kabul töreni yapılmamalı” dedi, “bunun doğru zamanı bahar ve sonbahardır!” Ve töreni bırakıp gitti.
Öteki hala şamanlık yapıyor fakat yarı pişmiş durumda. Şaman kıyafeti giymiyor, ancak hafif törenler yapıyor ve küçük hastalıklara bakabiliyor.”330
Alexeyev İvan’ın iddiasına göre “Gerçekten iyi şamanların yaşamlarında üç kez kesildiği söylenmektedir. Zayıflar ancak bir kez. Olağanüstü bir şamanın ruhu ölümünden sonra tekrar doğar. Büyük şamanların üç kez doğduğu söylenir.”
Joseph Campbell
İlkel Mitoloji / Tanrının Maskeleri
Çeviren: Kudret Emiroğlu
İmge Yayınları



