SEKÜLERİZM – LAİKLİK – ÇEDES / 2 – Nejdet Evren
1921 Anayasası olarak bilinen 1921 Tarihli ve 85 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun 2.
Maddesi 1923 yılında 634 sayılı yasa ile değiştirilerek ilk metinde olmayan bir hüküm
eklenmiştir. Buna göre “Madde 2.- (Değişik : 29.10.1339 (1923) – 364 S. Kanun) Türkiye
Devletinin dini, Dini İslâmdır. Resmi lisanı Türkçedir. “ Bu değişiklik ile açıkça bir din,
İslamiyet devletin resmi dini olarak tanımlanmış laiklik ya da seküler devlet anlayışından
Anayasal düzeyde vazgeçilmiştir. Ancak 1921 Anayasası genel olarak incelendiğinde
Devletin dininin İslam olduğuna değinilmiş ise de 11. Maddesinde Vilayetleri ve yetkilerini
düzenleyen hükümde Vilayetler tüzel kişi olarak tanımlanmış ve eğitim yetkisi Vilayet
Şurasına bırakılmıştır; eğitimin içerik ve şeklini merkezi yönetim değil, her vilayet şurası
belirleyecek ve icra edecek demektir. 1921 Anayasası din derslerinin zorunlu olduğuna
dair hiçbir hüküm içermemektedir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu 3 Mart 1924 tarihlidir. 1924
Anayasası’ndan yaklaşık bir ay öncedir. Bu yasada da din dersinin zorunlu ders olduğuna
dair bir hüküm bulunmamaktadır. 1924 Anayasası olarak bilinen 1924 tarih ve 491 Sayılı
Teşkilatı Esasiye Kanunu 2. Maddesi ilkin “(Özgün hali) Türkiye Devletinin dini, Dini
İslâmdır; resmî dili Türkçedir; makarrı Ankara şehridir. “ hükmünü içermektedir. Bu
haliyle 1921 Anayasası’ndan farklı değildir, paralel bir düzenleme getirilmiştir. 1928
yılında yapılan değişiklik ile devletin dininin İslam olduğuna dair kısım kaldırılmış ve 1937
değişikliği ile de laiklik eklenmiştir; Hüküm şöyledir; “Türkiye Devleti, Cümhuriyetçi,
milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçıdır. Resmî dili Türkçedir. Makarrı Ankara
şehridir. “ bu şekilde 1928 yılındaki değişiklik ile birlikte seküler devlet anlayışı Anayasal
düzeyde hüküm altına alınmıştır. Din ve vicdan, düşünce özgürlüğü tanımlanmış ve
öğrenimin devletin gözetim ve denetiminde yapılabileceği hüküm altına alınmıştır. 1924
Anayasası’nda da din dersinin zorunlu ders olduğuna dair hiçbir hüküm mevcut değildir.
1961 Anayasası olarak tanımlanan 1961 Tarih ve 334 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nın 2. Maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir. “
tanımı ile 1924 Anayasası’nın 1937 yılındaki değişikliğinde olduğu gibi laikliğe açık vurgu
yapılmıştır. 1961 Anayasası’nın bu siyasal iradeyi ortaya koyduğunu ve din ve vicdan
özgürlüğünü düzenleyen maddesi ile İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesine Ek Protokol’e paralel bir düzenleme getirdiği açıkça
görülmektedir. 19/4 Madde ve devamı fıkralarında “Din eğitim ve öğrenimi, ancak
kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin de kanuni temsilcilerinin isteğine bağlıdır.
Kimse, Devletin sosyal, iktisadi, siyasi veya hukukî temel düzenini, kısmen de olsa, din
kurallarına dayandırma veya siyasi veya şahsi çıkar veya nüfuz sağlama amacıyla, her ne
suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar
edemez ve kötüye kullanamaz. Bu yasak dışına çıkan veya başkasını bu yolda kışkırtan
gerçek ve tüzel kişiler hakkında, kanunun gösterdiği hükümler uygulanır ve siyasi partiler
Anayasa Mahkemesince temelli kapatılır. “ hükmüne yer vermiştir. Görüleceği üzere
Anayasa din eğitimi konusunda yetişkinlerin kendi isteğini , küçükleri de kanunu
temsilcilerin onayını gerektirdiğini, istek ve onay olmadan dine eğitimine kimsenin tabi
tutulamayacağını açıkça belirlemiş ve 2. Maddesinde belirlediği laikliği bu madde ile
detaylandırarak gerçek manada seküler/laik bir devlet anlayışını Anayasal güvenceye
almıştır. Ayrıca eğitim ve öğretimi serbest bırakmış ve ancak devletin denetim ve
gözetiminde yapılacağına vurgu yapılmıştır. 21/2 Maddesi aynen şöyle demektedir;
“Eğitim ve öğretim, Devletin gözetim ve denetimi altında serbesttir. “ Lakin devletin
denetim ve gözetiminde eğitim ve öğretime nasıl bir müdahalesinin olabileceği
açıklanmamış, yoruma açık kapı bırakılmıştır. Doğal olarak din dersini zorunlu ders olarak
tanımlamamıştır. Yine bu açık düzenlemelerin bir gereği olarak Diyanet İşleri
Başkanlığı’na Anayasal bir statü tanınmamıştır.
1982 Anayasası olarak bilinen 1982 Tarih ve 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası’nın Başlangıç metninde “… laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din
duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı..” na vurgu
yapılmış, 2. Maddesinde “…demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” şeklinde
laikliğe işaret edilmiş, seküler Devlet analayışı temel olarak benimsenmiştir. Ancak 24/4
Maddesinde “Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.
Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler
arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine,
küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır.” şeklinde bir hüküm konulmuştur.
Madde metni yorum ve tartışmaya açık görünmektedir. İlkin; din eğitiminin hangi dine ait
olduğu belirlenmediğinden, inanış biçimlerine genel bir gönderme yapılmış ise “..Bunun
dışındaki din eğitim ve öğretimi…” nden kastedilen ne olabilir? Bunun dışındaki dinlerden
bahsediliyorsa referans bir din esas alınmalı ki diğer dinlerden söz edilebilsin; dolaylı
olarak zorunlu din dersinin temelde açık söylenmemekle beraber İslamiyet olduğu ve
diğer semavi dinler ile Zerdüştlük, Budizm, Konfüçyüsçülük, Hinduzim vs diğer tüm dinsel
öğretilerin eğitim öğretiminin ise kişinin isteği , küçüğün yasal temsilcisinin onayını
/talebini gerektiği şeklinde anlaşılabilmektedir. Bu durum Başlangıçta ve 2. Maddede
tanımlanan laiklik ilkesi ile bağdaşmamaktadır. İkinci olarak diğer dinler dışındaki din
eğitim ve öğretimin zorunlu kılınması – ki hangi din olursa olsun fark etmez – İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokolü’nde
belirlenen ailenin istek ve belirlemesine gösterilmesi gereken saygı ile de
bağdaşmamaktadır. Devlet ailenin isteğine aykırı olarak çocuğa zorunlu din ve ahlak
eğitim ve öğretimi verme yetkisini donandıktan sonra din ve vicdan özgülüğünden nasıl
söz edilebilecektir? Bu din hangi din olursa olsun fark etmez.
2709 Sayılı Anayasa’nın Madde 42 /8 Fıkrasında “. Eğitim ve öğretim kurumlarında
sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür.” şeklinde bir
belirlemede bulunduğu görülmektedir.
TDK Anayasa’nın 42/8 Maddesinde tanımlanan eğitim, öğretim, araştırma ve incelemeyi
şöyle tanımlamaktadır.
Eğitim; “Çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi,
beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde veya dışında,
doğrudan veya dolaylı yardım etme;.”
Öğretim ; “Belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işi …”
Araştırma; “Bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli çalışma, araştırı: “
İnceleme; “İncelemek işi, tetkik: “
Bir de Öğrenim ne diye baktığımızda “Herhangi bir meslek, sanat veya iş için gerekli bilgi,
beceri ve alışkanlıkların elde edilmesi amacıyla yapılan çalışma, tahsil: “ olarak
tanımlanmışlardır. Öğretimi tanımlarken “ belli bir amaç” tan söz edilmiş ve amacın
öznelliği neticesinde bir muğlaklık yaratılmıştır. Öğretimi öğrenimden ayırmak mümkün
olmadığına göre bu amacın herhangi bir meslek, sanat veya iş için gerekli bilgi, beceri ve
alışkanlıkların elde edilmesi olduğu sonucuna varılacaktır. Bu tanımlardan hareketle
rahatlıkla söylenebilir ki okullarda, eğitim ve öğretimin herhangi bir meslek, sanat ve iş
için gerekli bilgi ve becerinin öğretilmesi dışında bir faaliyetlerinin olamayacağı, sosyal
etkinliklerin ise yukarıda açıklanan normlar çerçevesinde okul yönetimi, aile ve çocuk
üçgeninde rızaya dayalı yapılabileceğidir.
İlk kez 1982 Anayasası ile Diyanet İşleri Başkanlığı Anayasal bir statüye alınmıştır ve
Anayasa’da şu şekilde tanımlanmıştır;
Diyanet İşleri Başkanlığı
Madde 136 – Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi
doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma
ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevi ise 633 Sayılı Yasada şöyle tanımlanmıştır. “”…İslam
Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu
aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Cumhurbaşkanlığına bağlı Diyanet İşleri
Başkanlığı kurulmuştur.” Madde 1. Yasanın açık tanımından anlaşılacağı üzere Diyanet
İşleri Başkanlığı ve bağlı kurumlar İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili
kurumlar olacaklardır. Başka dini inanç sistemlerinin inanış biçimleri, ibadet ya da
ritüelleri görevleri kapsamı dışında kalmaktadır. “Din konusunda toplumu aydınlatmak”
açık bir tanım olmamakla beraber denebilir ki İslamiyet ve hurafeler hakkında toplumu
bilgilendirmek şeklinde bir anlam taşıyor olabilir.
Madde 7/a-3 ise “.(Değişik: 2/7/2018 – KHK/703/141 md.) Öğrenci yurtları, eğitim
kurumları, gençlik merkezleri ve kampları, ceza infaz kurumları, sağlık kuruluşları, sosyal
hizmet kurumları ve benzeri yerlerde işbirliği esasına göre manevi danışmanlık ve din
hizmeti sunmak.” Şeklinde KHK ile 2018 yılında yapılan değişiklik ile Din Hizmetleri Genel
Müdürlüğü’nün görev ve yetkileri kapsamında olacağı hüküm altına alınmıştır. “manevi
danışmanlık”, “din hizmeti sunmak” şeklindeki edimler için sözü edilen kurumlar ile
“işbirliği” yapılması koşulu konmuştur. Bu işbirliği 03.11.2021 tarihinde Çevreme
Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi İş Birliği Protokolü şeklinde Milli Eğitim
Bakanlığı Din Öğretim ve Temel Eğitim Genel Müdürlükleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Din
Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Gençlik ve Spor Bakanlığı Gençlik Hizmetleri Genel
Müdürlüğü tarafından imzalanmıştır.
Kısaca ÇEDES olarak tanımlanan protokole bakıldığında özet olarak eğitim kurumlarında
ve gençlik merkezlerinde “Değerler Kulübü” adı altında temsilci öğretmenler tarafından ve
gönüllülük esasına bağlı olarak öğrencilerin bir kulüp şeklinde bir araya getirilmeleri
sağlanacak, bu öğrenciler “değerler eğitimi”ne tabi tutulacaklardır; Milli Eğitim Bakanlığı
Din Öğretimi Genel Müdürlüğü (MEB DÖGM) Diyanet Gençlik Merkezler (DGM) de görev
alacak iki kız, iki erkek gönüllü rehber öğrenciyi belirleyecek, manevi danışmanlık ve
rehberlik hizmeti sunan Diyanet personeline değerler çalışmalarına katılmalarını
sağlayacaktır; (Protokol Madde 8/A-10.12) değerler çalışmalarına katılan öğrencilere
Diyanet Gençlik Merkezlerinde manevi danışmanlık ve rehberlik hizmeti veren din
görevlisi ve Gönüllü Rehber Öğrenci olarak tanımlanan Diyanet gençlik çalışmalarına
isteyerek katılan üniversite ve lise öğrencileri manevi danışmanlık ve rehberlik hizmeti
vermeleri, değerler eğitimine katılan öğrencilerin Gençlik ve Spor İl Müdürlüklerine bağlı
gençlik merkezlerine üye yapılması , atölyelerde ücretsiz yararlanmaları sağlanacaktır
(Madde 8/D-7,9)
TDK sözlüğünde kulüp şöyle tanımlanmıştır; “Görüşme, konuşma, okuma, spor yapma
vb. amaçlarla yalnız üye olanların toplandıkları yer “
Değerler eğitimine katılacak öğrencilerin “gönüllülük” esasına göre belirlenmeleri ilk
bakışta eğitim ve öğretimde uluslararası sözleşmelere paralel bir düzenleme getirildiği
izlenimini uyandırmaktadır ve fakat bu izlenimin yanıltıcı olduğu dikkatle bakıldığında
hemen fark edilmektedir; zira, gönüllülükten söz edilirken öğrenci yasal temsilcilerinin
onayından söz edilmemektedir ki uluslararası sözleşmeler buna özellikle vurgu
yapmışlardır; bu nedenle burada söz edilen gönüllülük esasının muğlaklığı ortaya
çıkmaktadır. Ayrıca aynı okuldaki öğrencilerin “Değeler Kulübü” şeklinde diğer
öğrencilerden izole edilmeleri ayrışmaya ve diğer öğrencilerin üzerinde ötekileştirici bir
psikolojik baskıya neden olacağı açıktır. Böylesi bir ortamda salt çocuğun gönüllülüğünün
özgür bir istencin ürünü olduğu söylenebilir mi? Ki, Medeni Kanun 18 yaşının ikmali ile
kişiyi ehliyetli saymaktadır.
TDK sözlüğünde;
Rehberlik “Öğrencilerinin sorunlarını öğrenerek onlara yardımda bulunma. “
Manevi “Gözle görülüp elle tutulamayan, madde ve cisimle ilgisi bulunmayan, inançla
ilgili, manaya, içe, öze, ruha ait olan; ruhani, maddi karşıtı: “
danışman “Kurum ve kuruluşlarda danışmanlık yapmak üzere görevlendirilen, alanında
uzman kimse; müşavir.
Yükseköğretim kurumlarında yüksek lisans ve doktora tezlerini yöneten öğretim üyesi.”
Danışmanlık “Danışmanın yaptığı görev; müşavirlik “
Uzman “Belli bir işte, belli bir konuda bilgi, görüş ve becerisi çok olan (kimse);
mütehassıs, kompetan, spesiyalist: “
olarak tanımlanmışlardır.
Anayasa’nın 6. Maddesinin 2 fıkrasının 2. cümlesi aynen şöyle demektedir; “…Hiçbir
kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”
1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu 6/3 Maddesinde “rehberlik hizmetinden”, 23/1-3
Maddesinde “rehberlik servileri”nden, 50/A-2 Maddesinde “rehberlik öğretmenleri”nden
söz etmekte ve 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu 14/1-c Maddesinde “rehberlik
uzmanları”ndan söz etmektedir. Buradan hareketle Milliği Eğitim Bakanlığına bağlı tüm
okullarda uzman rehberlik öğretmenleri tarafından öğrencilere rehberlik hizmeti verilmesi
yasal olarak tanımlanmıştır. 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri
Hakkında Kanun’un Madde 7/a-3 ise “.(Değişik: 2/7/2018 – KHK/703/141 md.) Öğrenci
yurtları, eğitim kurumları, gençlik merkezleri ve kampları, ceza infaz kurumları, sağlık
kuruluşları, sosyal hizmet kurumları ve benzeri yerlerde işbirliği esasına göre manevi
danışmanlık ve din hizmeti sunmak.” şeklindeki görev tanımında “rehberlik hizmeti”
tanımlanmamıştır. Bu bağlamda ÇEDES kapsamında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın
görevlendirdiği manevi danışman olarak din görevlisinin ve gönüllü rehber öğrencinin
“değerler kulübü”ne katılan öğrencilere “rehberlik hizmeti” vermelerinin yasal bir
dayanağı bulunmamaktadır. Manevi danışmanların uzman olması gerek uzman olmayan
öğrencilerin manevi danışmanlık yapması Anayasa’da tanımlanan kanunda olmayan
yetkinin kullanılmasıdır ve Anayasa’ya aykırıdır, ayrıca rehberlik hizmeti Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın özel yasasında tanımlanan görevleri kapsamımda değildir bunu ifa etmek
te Anayasa’dan alınmayan bir görevin ifası olarak Anayasa’ya aykırıdır.
2021 yılında imzalanan Protokol kapsamı 5. Medde de “ Bu Protokol, MEB DÖGEM’ne
bağlı imam hatip okulları ve TEGM’ne bağlı ortaokulları…” kapsamakta iken 2023 yılında
imzalanan Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi Uygulama Usul ve
Esasları’nın giriş bölümünde “Bu Protokol, MEB DÖGM, HBÖGM, MTEGM TEGM, OGM’ ye
bağlı okullar, eğitim merkezleri, halk eğitimi merkezleri, “ şeklinde genişletilmiştir. 2023
değişikliğinde farklı olarak “öğrenci gönüllülüğü” ne “veli muvafakatı” şartı konulmuştur. (
Genel Esaslar Md.6) 2023 yılında imzalanan belgenin “Okul Müdürlüklerinin
Yükümlülükleri” ni düzenleyen başlığın 9. maddesinde “Değerler kulübü öğrencilerine rol
model olabilecek vasıftaki gönüllü rehber öğrencilerin veli izin belgesi ile ÇEDES
Uygulama Mekanlarında değerler kulübü çalışmalarına destek vermesini sağlar. “
hükmüne yer verilmiştir. TDK sözlüğünde rol model tanımı yapılmamıştır. Rol “Bir işte bir
kimse veya şeyin üstüne düşen görev: “ olarak tanımlanırken model ise “Resim, heykel
vb. yapılırken baka baka benzetilmeye çalışılan nesne veya kimse “ olarak tanımlanmıştır.
Birlikte değerlendirildiğinde anlaşılacağı üzere gönüllü rehber öğrencilerden bazıları
değerler eğitimine katılan öğrencilere örnek kişi olarak gösterilecek ve onun gibi olması
önerilecektir. Ancak rol model olarak nasıl bir vasıf, özellik arandığı, bunu kimin nasıl
belirleyeceği tamamen muallak bırakılmıştır; bu durum tamamen Proje kapsamındaki
yöneticilerin keyfine bırakılmış görünmektedir. Değerle Kulübünün en az 30 öğrenci ile
oluşturulması öngörülmüş, sayıca az olan okullarda bu rakamın altına düşülebileceğine
değinilmiştir. (Değerle Kulübü başlık 1. Madde) Değerler Çalışmaları başlığında 4 ve 5
maddelerde “Değerler Kulübü öğrencileri ile millî, manevi, ahlaki ve insani konular
çerçevesinde söyleşi, seminer vb. yapılır. , Geçmişte yaşamış örnek şahsiyetlerin
hayatlarından etkileyici örnekler seçilerek Değerler Kulübü öğrencileriyle paylaşılır. “
hükümlerine yer verilmiştir. Eğitim kurumlarında “seminer ve söyleşi” düzenleneceğine
dair Milli Eğitim Temel Kanunu, İlköğretim ve Eğitim kanunu ve 633 Sayılı Diyanet İşleri
Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un da bir hüküm bulunmamaktadır.
Dolaylı ile bu tür faaliyetlerin yasal dayanaklarının olmadığı açıkça görülebilmektedir. ,
TDK sözlüğünde
Söyleşi “Belli bir konuda alanla ilgili kişilerin katıldığı bilgilendirme toplantısı. “
Seminer “Bir konu ile ilgili bilgi vermek ve bu bilgiler üzerinde tartışmak amacıyla birkaç
yetkilinin yönetimi altında düzenlenen toplantı. “ olarak tanımlanmışlardır.
Görüleceği üzere hem söyleşi hem de seminerin bir “toplantı” oldukları açıktır. Yukarıda
bahsedilen hiçbir yasada eğitim, öğretim kurumlarında “toplantı”dan bahsedilmemiştir.
Ayrıca, 2023 de imzalanan belge 2021 yılındaki protokolün usul ve esaslarını
düzenlemekte, önceki protokolü yürürlükten kaldırmamaktadır; zira, önceki protokole
herhangi bir süre konulmadığı da görülmektedir. 2023 deki usul ve esaslara ilişkin
düzenlemede önceki protokolün kapsamı genişletilmiş ve sosyal etkinlikler, kültür şenliği
gibi aktiviteler de eklenmiştir. Demek oluyor ki temel işleyiş 2021 de imzalanan protokole
göre yapılacaktır.
Bir dini inanışın uzmanı -özelde İslamiyet inanışının uzmanı- olabilmek için onun ilkelerini,
amacını, felsefesini, ritüellerini bilmeyi, -özelde Arapça’yı doğru bir şekilde kendi diline
çevirebilmeyi, sorulara dini çerçevede yanıtlar üretebilmeyi gerektirir; bunun için de
İlahiyat Fakültesi mezunu olmak gerektiği açıktır; oysa, protokolde bahsi geçen manevi
danışman olan din görevlisi ve de gönüllü rehber öğrenci bu kapsamda uzman kişiler
sayılamazlar.
Milli Eğitim Bakanlığı 2023-2024 eğitim-öğretim yılı hftalık ders programını düzenlerken
6. sınıflar için haftalık 3 ders saatini Sosyal Bilgiler dersine 2 ders saatini de zorunlu Din
Dersine ayırmıştır. Ancak İlkokul ve ortaoukul haftalık ders çizelgesi incelendiğinde
zorunlu ders ve saatini düzenleyen bölümde Din, Ahlak ve Değer olarak bir saatlik
zorunlu ve seçimlik dersin uygulamasına başlayarak Din dersini Sosyal dersi ile eşitlemiş
bulunmaktadır. Ayrıca Din, Ahlak ve Değer dersinin zorunlu olduğu ve alt başlıklarındaki
bölümlerin seçilebileceği belirlenmiştir. Buradaki “seçimlik” ders tanımı sanki dersin
seçimlik olduğu görüntüsünü vermekte ise de gerçekte zorunlu olduğu açıkça
görülmektedir.
Metnin ilk paragrafındaki tanımlama sekülerizmin dar anlamını ifade etmektedir; oysa ki
sekülerizm daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Din ve devlet işlerinde olduğu kadar, ırk
ayrımcılığına, cemaatleşmeye, dogmalara karşı da seküler olmak daha geniş bir alanı
ifade etmektedir. Gramsci bu tanımı çok önceden yapmıştır. “…17 Ağustos 1931 tarihli
mektubunda Cagliari’deki günlerinden eski bir öğretmene Umberto Cosmo hakkında
şunları söyler: Bana öyle geliyor ki ben, Cosmo ve zamanın bir çok entelektüeli ( yüz yılın
ilk on beş yılı örneğin ) belirli bir ortak zemin işgal ediyorduk: Hepimiz bir dereceye
kadar, İtalya’da Benedetto Croce kaynaklı ve ilk savı, modern insanın, dinin…pozitivist
dinin, mitolojik dinin ve her ne isim verecekseniz onun yardımı olmadan yaşayabileceği
ve yaşaması gerektiği olan ahlaki ve entelektüel bir reform hareketinin parçasıydık…Bu
bana bugün bile modern İtalyan entelektüellerinin uluslararası kültüre en büyük
katkısıymış gibi geliyor ve bana öyle geliyor ki bu kaybedilmemesi gereken sivil bir
zaferdir.” (* ) Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere sekülerizm laikliği aşan, onu kapsayan
daha geniş bir düşünce ve duruş biçimidir.
ÇEDES olarak bilinen uygulamanın geniş anlamda sekülerizm, dar anlamda laiklik ile ve
Cumhuriyetin kurucularınca 1937 yılında yapılan Anayasal düzenlemede açıkça
vurgulanan laiklik ile bağdaşmadığı açıktır.
Nejdet Evren
Ağustos/Eylül, 2023
Akarca
____
(*) Edward W. Daid, Sürgün Üzerine Düşünceler Hece Yayınları, İkinci Basım, Nisan
2019, Salih Özer Çevirisi, Sy:148