Siyasetin Değil, Gölgenin Sesi: Terapide Kavga Çıkaran İnatçı Hastalar

Jungish

Ey okur! Şu siyaset denen illet, sadece meclislerde, kahvehanelerde mi konuşulur sanırsınız? Hayır efendim! Meğerse o en mahrem sığınak olması gereken terapi odaları bile, bu siyasi hırs ve fanatizmden azade değilmiş!

Bizim Jung Efendi’nin yolundan giden alimler diyor ki, bir hastanın terapide siyasetten bahsetmeye başlaması, genellikle siyasi bir görüşü savunması değil, kendi ruhundaki bir çatışmanın dışarıya, topluma yansımasıdır!

😠 Kavganın Asıl Sebebi: Bireysel Gölgenin Patlaması

Şimdi, terapide bir hasta (diyelim ki Niyazi Bey), kalkıp da hükümete, muhalefete, yabancılara ağır hakaretler yağdırıyorsa, biz bunu sadece vatandaşlık görevi mi sayacağız? Hayır! Jungcu gözlükle baktığımızda, altında yatan psikolojik marazı görmemiz gerekir.

  • Gölgeyi Yansıtmak: Niyazi Bey’in o nefret dolu, eleştirel siyasi söylemi, aslında onun kendi ruhunda kabul edemediği ve dışladığı o Gölgesini (kendi zayıflığını, kıskançlığını, başarısızlığını) alıp, siyasi bir figüre veya gruba fırlatmasından ibarettir!

Gündelik Örnek:

  • Maraz: Niyazi Bey, terapisinin en kritik yerinde (kendi annesiyle olan çatışmasını konuşması gerekirken), aniden “Bu memleketi yönetenler cahil!” diye bağırmaya başlar.
  • Gizli Gerçek: Niyazi Bey’in kendi iş hayatında sürekli başarısız olduğu, bu yüzden içten içe kendini cahil hissettiği bilgisini terapist bilir. Niyazi Bey, kendi cahilliği ile yüzleşmek yerine, o duyguyu alıp siyasi düşmanına yansıtır. Artık o değil, yöneticiler cahildir! Böylece ruhu bir süreliğine rahatlar, ama asıl derdi çözülmez.

🎭 Kolektif Deliliğe Sığınmak: Fanatizmin Rahatlığı

Siyasetin terapiye girmesi, hastanın bireysel sorumluluktan kaçıp, kolektif bir deliliğe sığınma arzusunu da gösterir.

  • Bireyleşmeden Kaçış: Jung’a göre, her bireyin görevi Bireyleşme yolunda ilerlemek, yani kendi ruhsal bütünlüğünü bulmaktır. Bu yol zor, sancılı ve yalnız bir yoldur.
  • Fanatizmin Konforu: Oysa siyasi fanatizm, hastaya hazır bir kimlik sunar. “Ben bu partidenim, bu fikirdenim! Benim bütün hatalarımın sebebi karşımdaki düşmandır!” demek, bireyin kendi Gölgesiyle uğraşmasından çok daha rahattır. Böylece bireysel sorumluluk, büyük bir grup kimliğinin içinde erir ve kaybolur.

Gündelik Örnek:

  • Niyazi Bey’in terapide siyasi bir slogana sarılması, aslında “Ben kimim?” sorusunun zorluğundan kaçıp, “Ben partiliyim!” demenin konforlu basitliğine sığınmasıdır.

🧘 Terapistin Rolü: Yansıtmayı Geri Çevirmek

Peki, terapist (o Jungcu akıl hocası) ne yapmalıdır? Hasta, o siyasi fırtınayı terapi odasına getirdiğinde, terapist de o fırtınaya kapılmamalıdır.

  • Karşı Aktarım Tuzağı: Terapist, hastanın yansıttığı o nefret, hiddet ve fanatizm duygularını kendi içinde hissetmeye başladığında (Karşı Aktarım), durup düşünmelidir: “Bu siyasi öfke, hastanın hangi bireysel çatışmasının tezahürüdür?”
  • Yorum: Terapist, siyasi tartışmaya girmek yerine, Niyazi Bey’e şunu der: “Niyazi Bey, o ‘cahil’ dediğiniz yöneticilere duyduğunuz öfke, bana, hayatınızda bir zamanlar size değer vermeyen birine duyduğunuz öfkeyi hatırlatıyor. O kişiye o kadar çok benziyor ki, bu öfkeyi ona yönlendirmek yerine, bu odaya, bana getirdiğinizi düşünüyorum.”

İşte o an, siyaset maskesi düşer, insanın çıplak ruhu ortaya çıkar.

Netice-i kelam, ey okur: Siyaset, ruhumuzun kabul edemediği eksiklikleri gösteren bir sahneden ibarettir. Kendi Gölgeni tanımadan, doğru siyaset yapamazsın. Terapide de sokakta da asıl mesele, dışarıdaki düşman değil, içindeki yüzleşemediğin parçandır.

Selametle…