Ulysses’te Bilinç Akışı ve Bergson’un Süre Kavramı: Zamanın ve Gerçekliğin Yeniden Tanımlanışı
James Joyce’un Ulysses romanı, modernist edebiyatın doruk noktalarından biri olarak, bilinç akışı tekniğiyle insan zihninin karmaşıklığını ve zamanın öznel doğasını sorgular. Bu teknik, Henri Bergson’un süre (durée) kavramıyla derin bir felsefi akrabalık taşır; her ikisi de zamanın mekanik, saatle ölçülen bir çizgiden ziyade, bireyin içsel algısındaki akışkan, kesintisiz bir deneyim olduğunu savunur. Leopold Bloom’un zihinsel akışı, bu bağlamda, bireyin gerçeklik algısını parçalı, döngüsel ve çok katmanlı bir yapıya dönüştürerek, modern insanın varoluşsal krizini ve anlam arayışını yansıtır. Bu analiz, Ulysses’teki bilinç akışı tekniğinin, Bergsoncu süre kavramıyla kesişimini kuramsal, kavramsal, felsefi, dilbilimsel, tarihsel, sanatsal, metaforik, alegorik, sembolik, mitolojik, antropolojik, etik ve ahlaki boyutlarıyla ele alıyor.
Bergson’un Süre: Zamanın Akışkanlığı ve Öznellik
Bergson’un süre kavramı, zamanı bir dizi ardışık anlar olarak değil, kesintisiz bir akış olarak tanımlar. Newtoncu fizikteki mekanik zaman anlayışına karşı çıkan Bergson, bireyin bilincinin zamanı öznel bir deneyim olarak algıladığını öne sürer. Süre, bir nehrin akışı gibi, geçmiş, sürekli olarak şimdiye sızar ve geleceği şekillendirir. Bu, Ulysses’teki bilinç akışı tekniğiyle doğrudan ilişkilidir; zira Joyce, Leopold Bloom’un zihninde zamanı kronolojik bir çizgiden kopararak, anılar, algılar ve düşüncelerin iç içe geçtiği bir süreklilik olarak sunar. Bloom’un zihni, Bergson’un süre anlayışının edebi bir yansımasıdır: Geçmiş, şimdi ve gelecek, zihinsel bir mozaikte birleşir. Örneğin, Bloom’un Dublin sokaklarında dolaşırken Molly’yle ilgili anılara dalması, geçmişin şimdiki ana sızmasını ve zamanın katmanlı doğasını gösterir. Bu akışkanlık, bireyin gerçeklik algısını sabit bir çerçeveden çıkararak, sürekli yeniden inşa edilen bir süreç haline getirir.
Bilinç Akışının Dilbilimsel Devrimi
Ulysses’in bilinç akışı, dilin geleneksel anlatı yapılarını parçalar ve zihnin ham, filtresiz akışını yansıtır. Joyce, gramer kurallarını esneterek, noktalama işaretlerini terk ederek ve kelime oyunlarıyla dilin sınırlarını zorlar. Bu dilbilimsel devrim, Bergson’un süre kavramıyla uyumludur; çünkü dil, zihnin zaman içindeki kesintisiz akışını yakalamak için yeniden şekillendirilir. Bloom’un iç monologları, düşüncelerin mantıksal bir sıraya uymadığını, aksine çağrışımlar, kesintiler ve sıçramalarla ilerlediğini gösterir: “Deniz, tuz, ne güzel koku, hamsi gibi.” Bu parçalı dil, Bergson’un mekanik zaman anlayışına karşı öznel zamanın kaotik ama bütüncül doğasını yansıtır. Dil, böylece, gerçekliği temsil eden bir araç olmaktan çıkar ve gerçekliğin kendisini inşa eden bir sürece dönüşür. Bloom’un zihinsel akışı, dil aracılığıyla, bireyin dünyayı algılama biçimini yeniden tanımlar ve sabit anlamların çözülmesine yol açar.
Felsefi Boyut: Varoluşun Parçalı Doğası
Bergson’un süre kavramı, varoluşun sürekli bir oluş hali olduğunu vurgular. Ulysses’te Bloom’un zihinsel akışı, bu felsefi bakış açısını somutlaştırır. Bloom, Dublin’in sokaklarında dolaşırken, sıradan bir reklamcının hayatı üzerinden evrensel soruları sorgular: Aşk, ölüm, kimlik, anlam. Onun zihni, Bergson’un süre kavramındaki gibi, sabit bir özden yoksundur; sürekli değişir, dönüşür ve yeniden şekillenir. Bu, modern bireyin parçalı varoluşunu yansıtır; Bloom, ne bir kahraman ne de bir anti-kahramandır, yalnızca insanlığın karmaşıklığını taşıyan bir aynadır. Onun zihinsel akışı, gerçekliği tek bir perspektiften değil, çoklu ve çelişkili bakış açılarından algılar. Bergson’un felsefesiyle örtüşen bu yaklaşım, zamanın ve gerçekliğin sabit olmadığını, bireyin bilincinde sürekli yeniden inşa edildiğini gösterir. Bloom’un sıradanlığı, bu felsefi derinliğin ironik bir yansımasıdır; çünkü en banal anlarda bile evrensel bir anlam arayışı saklıdır.
Tarihsel Bağlam: Modernizmin Zaman Krizi
Ulysses, 20. yüzyılın başında modernizmin tarihsel krizini yansıtır. Sanayi devrimi, savaşlar ve bilimsel ilerlemeler, zamanın mekanikleşmesine ve bireyin bu yeni dünyada yabancılaşmasına yol açmıştır. Bergson’un süre kavramı, bu mekanik zaman anlayışına bir isyan olarak ortaya çıkar; Joyce ise Ulysses’te bu isyanı edebiyata taşır. Bloom’un zihinsel akışı, modern insanın zamanla olan çatışmasını somutlaştırır: Saatler, tren tarifeleri ve iş randevuları gibi dışsal zaman ölçütleri, onun içsel zaman algısıyla çelişir. Örneğin, Bloom’un bir cenazeye katılırken ölümü düşünmesi, dışsal bir olayın içsel bir yoruma dönüşmesini gösterir. Bu, modernizmin zaman krizine bir yanıt olarak, bireyin öznel zaman algısını yeniden merkeze alır. Joyce, böylece, tarihsel bir kırılma anında, gerçekliğin sabit bir yapısı olmadığını, bireyin bilincinde yeniden tanımlandığını savunur.
Metaforik ve Alegorik Katmanlar: Bloom’un Odysseia’sı
Ulysses, Homeros’un Odysseia destanına alegorik bir gönderme yapar; ancak Bloom, Odysseus’un kahramansı yolculuğunun modern, sıradan bir yansımasıdır. Onun zihinsel akışı, Bergson’un süre kavramıyla birleştiğinde, bu alegoriyi metaforik bir derinliğe taşır. Bloom’un Dublin’deki bir günlük serüveni, insan bilincinin evrensel bir yolculuğudur; her düşünce, her anı, bir adadır, bir engeldir, bir keşiftir. Bergson’un süre kavramı, bu yolculuğu lineer bir hikâyeden çıkarır ve döngüsel, katmanlı bir deneyime dönüştürür. Bloom’un zihni, bir nehir gibi akar; geçmiş, şimdi ve gelecek, metaforik bir mozaikte birleşir. Örneğin, Molly’ye duyduğu aşk ve kıskançlık, onun zihninde hem bir yara hem de bir kurtuluş olarak belirir. Bu, gerçekliğin sabit bir anlam taşımadığını, bireyin bilincinde sürekli yeniden yorumlandığını gösterir.
Mitolojik ve Antropolojik Yansımalar
Bloom’un zihinsel akışı, mitolojik ve antropolojik bir bağlamda, insanlığın kolektif bilincini yansıtır. Ulysses, yalnızca bir bireyin değil, tüm insanlığın zaman ve gerçeklik algısını sorgular. Bergson’un süre kavramı, bu bağlamda, insan bilincinin evrensel bir özelliğini ortaya çıkarır: Zaman, her kültürde, her çağda, öznel bir deneyimdir. Bloom’un zihni, mitolojik kahramanların modern bir yansımasıdır; onun sıradanlığı, insanlığın ortak deneyimlerini (aşk, kayıp, arayış) evrenselleştirir. Antropolojik açıdan, Bloom’un Dublin’deki yolculuğu, bir ritüel gibidir; her adım, her düşünce, insanlığın anlam arayışının bir parçasıdır. Bergson’un süre kavramıyla birleştiğinde, bu yolculuk, zamanın ve gerçekliğin bireysel ve kolektif bir inşa süreci olduğunu gösterir.
Etik ve Ahlaki Sorgulamalar
Bloom’un zihinsel akışı, etik ve ahlaki boyutlarıyla da dikkat çeker. Onun Molly’yle ilişkisi, sadakat, kıskançlık ve bağışlama gibi evrensel temaları sorgular. Bergson’un süre kavramı, bu sorgulamaları derinleştirir; çünkü Bloom’un kararları, mekanik bir ahlak anlayışından değil, zihninin akışkan, öznel doğasından kaynaklanır. Örneğin, Molly’nin sadakatsizliğini bilmesine rağmen ona duyduğu sevgi, sabit ahlaki normların ötesine geçer. Bu, gerçekliğin ve ahlakın bireyin bilincinde yeniden tanımlandığını gösterir. Bloom’un zihni, etik bir labirenttir; her düşünce, her anı, bir ahlaki ikilemi yeniden çerçeveler. Bergson’un felsefesiyle uyumlu olarak, bu süreç, bireyin özgür iradesini ve sorumluluğunu merkeze alır.
Sanatsal Yenilik: Joyce’un Estetik Devrimi
Ulysses, bilinç akışı tekniğiyle, edebiyatın sanatsal sınırlarını yeniden çizer. Joyce, Bergson’un süre kavramını estetik bir ilke olarak benimser; roman, zihnin akışkanlığını ve zamanın öznel doğasını sanatsal bir forma dönüştürür. Bloom’un zihinsel akışı, bir tablo gibi katmanlıdır; her düşünce, her algı, bir fırça darbesidir. Joyce’un dilindeki ritim, ses ve imgelem, Bergson’un süre kavramının sanatsal bir yansımasıdır: Kesintisiz, akışkan, döngüsel. Bu estetik devrim, gerçekliğin sabit bir temsilini reddeder ve onu bireyin bilincinde yeniden inşa edilen bir sanat eserine dönüştürür. Bloom’un zihni, Joyce’un sanatsal vizyonunun bir aynasıdır; her sayfa, her kelime, insan bilincinin karmaşıklığını kutlar.
Sonuç: Zamanın ve Gerçekliğin Yeniden İnşası
Ulysses’teki bilinç akışı tekniği, Bergson’un süre kavramıyla birleştiğinde, zamanın ve gerçekliğin bireyin bilincinde yeniden tanımlandığını gösterir. Leopold Bloom’un zihinsel akışı, modern insanın varoluşsal krizini, anlam arayışını ve gerçeklik algısını yansıtır. Joyce, dilbilimsel, felsefi, tarihsel, metaforik, alegorik, mitolojik, antropolojik, etik ve sanatsal boyutlarıyla, insan bilincinin karmaşıklığını kutlar. Bergson’un süre kavramı, bu kutlamanın felsefi temelini oluşturur; zaman, mekanik bir çizgi değil, bireyin bilincinde akışkan, kesintisiz bir deneyimdir. Bloom’un zihni, bu deneyimin edebi bir yansımasıdır; her düşünce, her anı, gerçekliğin yeniden inşa edildiği bir an olur. Ulysses, böylece, insanlığın zaman ve gerçeklik algısını sorgulayan bir başyapıt olarak kalır.



