Yeni, Mutlu Hayatımız mı? Kalkınma İdeolojisine Eleştirel Bir Bakış – Charles Eisenstein
Charles Eisenstein’ın “Yeni, Mutlu Hayatımız Mı? Kalkınma İdeolojisi” başlıklı makalesi, Batı’nın ilerleme, kalkınma ve mutluluk anlatısına keskin bir eleştiri getiriyor. Yazar, George Orwell’in distopyası “1984”teki manipülatif istatistiklerle başlayarak, günümüzdeki “her şeyin daha iyiye gittiği” yönündeki iyimser istatistiklerin arkasında yatan gizli önyargıları ve atlanan dehşetleri gözler önüne seriyor. Eisenstein, sayıların her zaman gerçeği yansıtmadığını ve ölçülemeyen değerlerin göz ardı edildiğini iddia ediyor.
Rakamların Arkasındaki Saklı Gerçekler
Eisenstein, Batı dünyasının “ilerleme” olarak sunduğu metriklerin, aslında derin toplumsal ve ekolojik bozulmaları gizlediğini iddia ediyor.
- Yoksulluk İstatistikleri ve Yaşam Kalitesi: Nicholas Kristof’un günde iki dolardan daha az parayla yaşayan insan sayısındaki düşüşü kutlamasına karşılık, Eisenstein, bu istatistiğin toprağından koparılıp fabrikalarda veya atölyelerde düşük ücretle çalışmaya zorlanan yerli halkların hikayesini gizlediğini belirtiyor. Nakit gelirleri artsa da, geleneksel köy yaşamlarındaki kendi kendine yetebilirlik, topluluk bağları ve hediye ekonomisi bozulur. Şehirlerdeki gecekondu mahallelerinde günde birkaç dolarla yaşamanın, geleneksel köydeki refah düzeyine kıyasla sefalet olduğunu vurguluyor. GSYİH artarken, eşlik eden yaşam kalitesi düşüşü göz ardı ediliyor.
- Sağlık Metrikleri ve Toplumun Gerçek Hastalığı: Kristof’un insan sağlığının şimdiye kadarki en iyi durumda olduğu iddiasına karşı Eisenstein, bulaşıcı hastalıkların azalmasının yanı sıra, otoimmünite, alerjiler, bağımlılık, depresyon ve obezite gibi modern çağın yeni hastalıklarının gelişmiş dünyayı kasıp kavurduğuna dikkat çekiyor. Toplumun büyük kaynakları hasta bakımına harcanırken, aslında bir bütün olarak toplumun hasta olduğunu savunuyor. GSYİH’daki bu “sağlık harcaması” artışı, gerçek refahın değil, hastalığın bir göstergesi olabilir.
- Okuryazarlık ve Kültürel Homojenleşme: Okuryazarlığın yaygınlaşmasının, birçok yerde sözlü geleneklerin ve yazılı olmayan dillerin yok olmasına neden olduğunu belirtiyor. Çocukların okulda tarih ve bilim öğrenirken, atalarının keçi gütmeyi, arpa yetiştirmeyi veya tören yapmayı öğreneceği bilgileri kaybettiğini dile getiriyor. Eisenstein, okuryazarlığın sadece bir ilerleme göstergesi olmadığını, aynı zamanda kültürel ve dilsel homojenleşmeye yol açan daha geniş bir sosyal yeniden düzenlemeninparçası olduğunu vurguluyor. Modernleşme, yer tabanlı topluluklar ve doğa ile bağlar gibi ölçülemeyen ancak değerli unsurları aşındırıyor.
Eisenstein, bu metriklerin, onları tasarlayanların dünya görüşüne rahatça uyan gizli önyargıları barındırdığını ve ölçülemeyen veya ölçülmesi zor olan değerleri göz ardı ettiğini ifade ediyor.
Mutluluğun Ölçülemezliği ve Derin Refah
Eisenstein, Steven Pinker gibi yazarların “bilim, akıl ve Batı siyasi ideallerinin daha iyi bir dünya yarattığı” iddiasının temel taşı olan mutluluk istatistiklerini de sorguluyor.
- Döngüsel Mantık: Mutluluk ölçümlerinin (gelir, yaşam beklentisi, boş zaman vb.) aslında kalkınmacı argümanın sonuçlarını varsayım olarak kodladığını belirtiyor. Gelişmiş ülkelerin daha mutlu olduğunu söylemek, hâkim olan kalkınma tarzının bir sonucu olarak mutluluğu tanımlayan döngüsel bir mantıktır.
- Öznel Mutluluk Raporlarının Sınırları: Öznel mutluluk raporlarının, bireyin içinde bulunduğu kültüre göre şekillendiğini savunuyor. Yaygın anksiyete ve depresyonun olduğu bir toplumda “normal” mutluluk seviyesi düşüktür. Eisenstein, Afganistan’daki “yoksul” köylerde gördüğü, Batı toplumunda nadiren rastladığı derin neşe, cömertlik ve sağlamlık örneklerini paylaşıyor. Bu, “yoksul” olarak etiketlenen kültürlerde bile Batı’nın ölçemediği bir tür derin refahın var olabileceğini gösteriyor.
- Kaybolan Ölçülemeyen Değerler: Eisenstein, modernleşmeyle birlikte kaybettiğimiz ancak ölçülemeyen derin refah unsurlarına dikkat çekiyor: iletişimin özgünlüğü, ilişkilerin samimiyeti, doğaya aşinalık, anlamlı kolektif çabalara katılım, topluluk duygusu ve sosyal dayanışma. Bu kayıpların, modern toplumdaki yüksek intihar, bağımlılık, anksiyete ve depresyon oranlarının derin bir krizin belirtileri olduğunu öne sürüyor. Bunlar, ilerleme merheminin gizleyemediği, bağlantıların koptuğu bir boşluğun işaretleridir.
Empati Hipotezi: Şiddetin Azalmasının Gerçek Nedeni
Steven Pinker’ın vurguladığı şiddetteki düşüşü, demokrasi, akıl veya yasaların üstünlüğüne bağlamasına karşı Eisenstein, başka bir hipotez sunuyor: Şiddetteki düşüş, ayrı, çıkarcı rasyonel özne mitinin çöküşünün ve yerine empatinin yükselişinin sonucudur.
- Rasyonel Çıkar ve Sömürü: Eisenstein’a göre, bencil aktörlerin aksiyomatik olduğu bir dünya görüşünde, “rasyonel” olan şey, başkalarını sömürmek ve onlara hükmetmektir. 14 saatlik çalışma gününü veya köleliği ortadan kaldıran bilim veya akıl değil, bu paradigmaların yarattığı vahşet ve uç noktadaki delilik (örneğin nükleer silahlar) aracılığıyla edinilen empatik anlayıştır.
- Ekolojik Bilinç ve Karşılıklı Bağımlılık: Şiddetin azalması, insanların kendi refahlarının başkalarının (insan ve diğer canlıların) refahından ayrılamaz olduğu, ekoloji, karşılıklı bağımlılık ve karşılıklı varoluş mitolojisine uyanmasından kaynaklanmaktadır. Bu anlayış, düşmanı insanlıktan çıkarmayı zorlaştırır.
- Bilim ve Teknoloji: Kurtarıcı mı, Felaketin Aracısı mı? Eisenstein, bilim ve teknolojinin bizi savaş çağının dışına çıkardığını ancak bunun ilkel dürtüleri aştığımız için olmadığını iddia ediyor. Aksine, bilim bizi öyle bir aşırı vahşiliğe (atom bombası, soykırım) getirdi ki, ayrılık efsanesini sürdürmek imkansız hale geldi. Başkasına verdiğimiz zararın aslında kendimize de olduğunu anlamamız (Soğuk Savaş’taki Karşılıklı Garantili Yıkım gibi), empatinin yükselişine yol açtı.
- Empatinin Geniş Kapsamı: Empati, ceza adaleti, dış politika, tarım, tıp ve teknoloji dahil olmak üzere tüm alanlara yayılmalıdır. Suçluları cezalandırmak yerine, suça yol açan koşulları anlamak ve değiştirmek; terörle savaşmak yerine, onu üreten koşulları ele almak gibi yaklaşımlar, empatinin gerçek dünyadaki yansımalarıdır.
Eisenstein, gerçek ilerlemenin, aklın ve kontrolün kapsamını genişletmek yerine, insan ve diğerlerinin refahının bizimkini beslediği anlayışını kurumlarımıza taşımakla geleceğini savunuyor. Bu, teknolojik gelişmeye karşı değil, tüm insan kapasitelerini bu kapsayıcı geleceğe hizmet etmeye davet eden bir vizyondur.
Kaynak :https://bsahely.com/2018/05/15/our-new-happy-life-the-ideology-of-development-by-charles-eisenstein/