Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin 1720-1721 Yılı Paris Sefâretnâmesi: KADINLARA GÖSTERİLEN İTİBAR VE KANAL ÜZERİNDE YOLCULUK

Sağ ve solumuzdaki halkı seyrederek davet ettikleri yere geldik. Bizim için hazırladıkları saray, meğer şekerhâne imiş. Bu büyük iş yerine bir kaç yüz kese para harcandığı anlaşılıyordu.

Şehrin ileri gelenleri, zabit ve kumandanlarıyla birlikte, ellerinde şekerlemeler, hatırımızı sormaya geldiler. «Gelişinizden pek memnun kaldık, bizleri sevindirdiniz.» diyerek yakınlık gösterdiler. Biraz sonra da kadınlar onar, on beşer kişilik gruplar halinde gelmeye başladılar. Kadınların ziyareti akşam saat beşe kadar sürdü. Çevreden, bilhassa Montpellier’den, ne kadar zengin ve değerli kişi varsa karılarıyla birlikte bizi görmek için gelmişlerdi.

Fransa’da kadınlara gösterilen itibar, erkeklere gösterilenden kat kat fazladır. Bu yüzden kadınlar ne isterlerse yapar ve istedikleri yerlere rahatça gidip gelebilirler, kimse bir şey demez. Meselâ rütbe ve mevkii değerli bir beyzade çok değersiz de olsa bir kadına saygı göstermek zorundadır. Buralarda, daha çok kadınların sözleri geçerlidir. Öyle ki, Fransa’ya kadınların cenneti diyorlardı. Gerçekten de, buralarda kadınlar hemen hiç bir zahmet ve güçlük karşısında değildirler. Her türlü istek ve arzuları vakit kaybedilmeden hemen yerine getirilirmiş.

Sabah olunca tekrar gemiye binip gideceğimiz yere doğru bu defa kanal üzerinden yola çıktık.

Kanal adı verilen yer, çevreden toplanmış sularla sonradan yapılma bir nehirdir. Eskiden yolcular ve tüccarlar ya deniz yoluyla uzun mesafeler aşmak zorunda veya kara yoluyla

binbir türlü zahmet ve masrafa katlanarak yolculuk yaparlarmış. Gerek yolculara, gerekse ticaretle uğraşanlara kolaylık olsun; bu arada hem mesafe kısalsın hem de nakilde kolaylık sağlansın diye, üstelik vergi ve gümrükten de faydalanmak düşüncesiyle, bir kaç bin kese para harcayarak bu kanalı yapmışlar. Şu anda, Akdeniz’den kalkan bir gemiyle şehirler arasından, karaya ayak basmadan Atlas Okyanusu’na çıkmak mümkündür. Söylediklerine bakılırsa, Kanal’ın oldukça büyük faydalarını görmüşler, bir çok malı bu yoldan nakletmişler.

Kanal’ın açılması sırasında oldukça büyük binalar da yapmak zorunda kalmışlar. Çünkü Agda nehrinin tabanıyla Montagne Rose arasında yüzyirmi zira yükseklik farkı olduğundan ve gemileri de yokuşa sürmek mümkün olmadığından, nehrin belli başlı yerlerinde yontma taşlarla havuzlar yapmışlar. Bu havuzların her birine aşağı yukarı üçer, dörder gemi sığabiliyordu. Havuzların iki taraflarında sağlam iki kapı bulunur, gemi havuza girdiğinde arkasındaki kapı kapanır, önde olan kapıda da mengenelerle kapanmış ve nehir suyunu tıkamış iki delik bulunur. Delikler, geminin havuza girdiği yerden tam iki zira yüksektedir. Mengeneler açılıp iki delikten havuza su akmaya başlayınca, akan su gemiyi yukarı kaldırır. Ve çeyrek saat geçmeden havuz dolar. Gemi iki zira yüksekteki su yüzüne çıktığında önde olan kapı açılır, gemi yine eskiden olduğu gibi ileri doğru yol alır. Ayrıca, gemilere bağladıkları uzun âletlerle de nehrin kıyısından ikişer üçer katırla gemiyi çekip götürürler.

Montranoz denilen yerde yokuşu tırmanıncaya kadar seksen havuzdan bu şekilde geçilmektedir. Sonra iniş başlar. Tuluz’a gidinceye kadar yine yirmi dört havuzdan bu defa yokuş aşağı inilerek geçilir.

Yolda, bazı nehirlerin doğudan kuzeye doğru akmakta olduğunu gördük. Bunun çaresini de bulmuşlar: Kanal nehrinin düzenini değiştirmek gerektiği halde, setler ve daha başka usullerle nehrin düzeninde hiç bir değişiklik yapmadan, suyu paylaştırmayı bilmişler. Bazı nehirlerin su seviyesi Kanal nehri seviyesinden daha aşağıda olduğundan, Kanal nehrini akıtmak için büyük köprüler kurup, nehri o köprülerden akıtmışlar. Hatta bu köprülerden gemilerle geçmek bile mümkündür.

Bununla beraber, başka büyük bir nehir de köprünün altından akıyordu. Bu nehir geçip gitmekte olduğu yol üzerinde bir yerde bir dağa uğruyordu. Daha iyi bir çare bulamadıklarından, mecburen dağı delmişler, büyük emekler harcayarak yontma taşlardan kemer yapmışlar. Kemer aşağı yukarı iki yüz zira uzunluğundaydı. Yani dağın altından nehirle geçilmektedir. Bu nehri yaparken sağda solda bulunan birçok yolu kesmişler; atların, koyun, keçi ve sığırların, ayrıca yolcuların geçmeleri için de yüksek köprüler ve büyük kemerler yapmışlar. Gemiler bu köprülerin altından geçip gidiyorlardı. Anlattığımız bütün bu işlerin büyük emek ve masraflar karşılığında olduğu anlaşılıyordu. Bu yapılar aynı zamanda ülkenin güzel sanatları için de iyi birer örnek durumundalardı. Bence, bu yapılan gözle görmedikçe anlamaya imkân yoktur.

Akşama yakın saatlerde Agda şehrine gelip, bu yöredeki havuzun birinden geçtik. Şehre girdiğimizde gemiden inip, bizim için özel olarak hazırlanan bir eve geldik. Burada yine, diğer yerlerde olduğu gibi şehrin zabit ve konsolosları tarafından karşılandık. Bize «Hoş geldiniz, safa geldiniz» dediler. Agda, Akdeniz limanlarından biri olduğundan limanında birçok gemi bulunuyordu. Agda limanının ayrıca özel bir kaptanı da varmış, bu yüzden halkı da kalabalık sayılırdı.

Sabah olunca yine gemiye bindik, yola koyulduk. Gündüzleri, mahiyetlerinden yukarıda sözettiğimiz havuzlardan geçerek, akşamları da kasaba ve köylere misafir olarak,

Rebiülâhır ayının 4. cumartesi günü Tuluz şehrine geldik.

Biz Kanal yoluyla gelirken halk bizi seyredebilmek için zaman zaman olağanüstü denebilecek çaba harcıyordu, öyle ki, geçtiğimiz bazı yerlerde, sırf bizi görebilmek için dört beş saat uzaktan gelenler vardı. Bunlar Kanal boyunca dizilmişlerdi; birbirlerinin önlerine geçebilmek için itişip kakışmadan suya düşenler bile oluyordu. Hatta Yers şehrine geldiğimizde kalabalık o haldeydi ki, askerler müdahele etmek mecburiyetinde kalmışlardı. Bu arada kazara bir asker seyircilerden birini yaralamıştı, bunun üzerine adamın kardeşi de askeri vurmuştu.

Kanal nehri, Tuluz önünden geçen Garona nehrine karıştığı için orada sona eriyordu.

YİRMİSEKİZ ÇELEBİ MEHMED EFENDİ
PARİS SEFARETNAMESİ
Tercüman
Hazırlayan: Abdullah Uçman