FRIEDRICH NIETZSCHE: Felsefede “Akıl”

Felsefede “Akıl”

1

Soruyorlar bana, nedir filozoflardaki bütün bu alerji diye?… Sözgelimi tarih duygusu eksiklikleri, oluşun düşünülmesine bile duyduktan nefret, Mısırcılıkları.[17] Bir davayı tarihsellikten çıkarmakla, ona bir saygınlık kazandırdıklarını sanıyorlar, sub specie aeterni,[18] — bu davayı bir mumyaya dönüştürmekle. Filozofların binlerce yıldan beri kullandıkları her şey, kavram-mumyalarından ibaretti; gerçek olan hiçbir şey ellerinden canlı kurtulamadı. Tapındıklarını öldürürler, içini boşaltıp doldururlar, kavram-putlarına tapan bu beyler, her şey için yaşamsal bir tehlike oluştururlar, tapındıklarında. Ölüm, değişim ve yaşlılık kadar dölleme ve büyüme de birer itirazdır onlar için, — hatta birer aksini kanıtlamadır. Var olan oluşmaz; oluşan var değildir… Şimdi, hepsi, hatta ümitsizlik içinde, var olana inanıyorlar. Ne ki, onu ele geçiremedikleri için, onun kendilerinden gizlenmesinin nedenlerini arıyorlar. “Var olanı algılamamıza engel olan bir görünüş, bir hile olmalı: nerede bu hilebaz?” — “Yakaladık onu”, diye bağrışıyorlar, sevinçle, “duyusallıktır o! Zaten ahlaksız olan bu duyular, hakiki dünya hakkında aldatıyorlar bizi. Ahlak: duyuların aldatmacasından, oluştan, tarihten, yalandan kurtulmaktır — tarih duyulara, yalana inanmaktan başka bir şey değildir. Ahlak: hayır demektir, duyulara inandıran her şeye, insanlığın geri kalanına: hepsi “halk” bunların. Filozof olmak, mumya olmaktır, bir mezarcı mimiğiyle monotono-teizmi[19] oynamaktır! — Her şeyden önce de, bırakalım şu bedeni, duyuların bu zavallı sabit fikrini! Var olan bütün mantık yanılgılarına kapılmıştır o, çürütülmüştür, olanaksızdır hatta, gerçekmiş gibi davranacak kadar küstah olmasına karşın!”…

2

Büyük bir saygıyla, Herakleitos’un adını ayrı tutuyorum. Başka filozoflar duyuların tanıklığını çeşitlilik ve değişim gösterdikleri için reddederlerken, Herakleitos şeyleri kalıcı ve birlikliymişler gibi gösterdikleri için reddetti duyuların tanıklığını. Herakleitos da duyulara haksızlık etti. Duyular, ne Elealıların ne de Herakleitos’un inandığı tarzda yalan söylerler — hiç yalan söylemezler. Onların tanıklığından bizim ne yaptığımızdır, yalanı asıl oluşturan, örneğin birlik yalanını, şeysellik, töz, süreklilik yalanını… Duyuların tanıklığını çarpıtmamıza “akıl” neden olur. Duyular oluşu, yok oluşu, değişimi gösterdikleri sürece yalan söylemezler… Ama Herakleitos, varlığın boş bir kurgu olduğu konusunda, sonsuza dek haklı kalacaktır. Biricik dünya “görünüşte” dünyadır: “hakiki dünya” onun üstüne eklenmiş bir yalandır yalnızca.

3

— Nasıl da hassas gözlem aletleridir duyularımız! Örneğin, hiçbir filozofun saygıyla ve şükranla söz etmediği şu burun, şu sıralar elimizin altındaki en hoş araçtır: bir spektroskopun bile saptayamadığı en küçük devinim farklarını saptayabilir. Bugün bilimde, duyuların tanıklığını kabul etmeye karar verecek kadar ilerideyiz — onları daha da keskinleştirmeyi, silahlandırmayı, sonuna dek düşünmeyi öğrenecek kadar. Geri kalanı sakat doğumdur ve henüz-bilim-değildir: başka bir deyişle metafiziktir, teolojidir, psikolojidir, bilgi kuramıdır. Ya da biçimler-bilimidir, simgeler öğretisidir: tıpkı mantık gibi ve şu uygulamalı mantık, matematik gibi. Onlarda gerçekliğe bir sorun olarak bile rastlanmaz; mantık gibi bir simgeler-uzlaşımının değerinin ne olduğu sorusu olarak bile rastlanmaz. —

4

Filozofların diğer alerjisi de daha az tehlikeli değil: sonuncuyu ve birinciyi birbirinden ayırt edememeye dayanıyor. En son geleni — ne yazık! hiç gelmemeliydi! — “en yüksek kavramları”, yani en genel, en boş kavramları, buharlaşan gerçekliğin son buğusunu en başa, başlangıç olarak yerleştiriyorlar. Bu da yine onların saygı duyma tarzının bir anlatımı sadece: yüksek olan, alçak olandan yetişemez, yetişmiş olamaz… Ahlak: birinci sınıf olan ne varsa kendi kendinin nedeni olmalıdır. Kökeninin başka bir şeyde olması bir itirazdır, değerden-duyulan kuşkudur. Tüm üstün değerler birinci derecedendirler, tüm yüksek kavramlar, var olan, mutlak olan, iyi, hakiki, yetkin — tüm bunlar oluşum ürünü olamazlar, dolayısıyla kendi kendisinin nedeni olmalıdırlar. Tüm bunlar birbirinden farklı, kendi kendisiyle çelişkili de olamaz… Böylelikle o müthiş “tanrı” kavramlarına varıyorlar… En sonuncu, en ince, en boş olanın en birinci olduğu, kendinde neden, ens realissimum[20] olduğu kabul ediliyor… insanlık hastalıklı örümceklerin beyin hasarlarını ciddiye almak zorundaydı sanki! — Pahalıya ödedi bunun bedelini!..

5

— Nihayet, bunun karşısına bizim — (nezaket icabı “biz” diyorum…) yanılgı ve görünüş sorununu nasıl değişik bir tarzda ele aldığımızı koyalım. Eskiden başkalaşma, değişme, hatta oluşum, görünüşteliğin kanıtı olarak, bizi yanıltan bir şeyin var olması gerektiğinin bir işareti olarak kabul edilirdi. Bugün ise tam tersine, tam da akıl-önyargısının, bizi, birliği, özdeşliği, sürekliliği, tözü, nedeni, şeyselliği, varlığı kabul etmeye zorladığı kadar, bir ölçüde yanılgıya düştüğümüzü, yanılgıya zorunlu olduğumuzu görüyoruz; sıkı bir gözden geçirme temelinde, öyle eminiz ki, yanılgının burada yattığına. Büyük yıldızın devinimlerindekinden farklı değil durum: onun devinimlerinde gözlerimiz, burada ise dilimiz yapıyor yanılgının avukatlığını. Dil, oluşumu gereği, psikolojinin en tortulaşmış biçimidir: dil metafiziğinin, açıkçası: aklın, temel varsayımlarını bilince çıkardığımızda, kaba bir fetişin içine gireriz. Odur her yerde bir eyleyen ve bir eylem gören: istencin neden olduğuna inanır; “Ben”e inanan, varlık olarak, töz olarak Ben’e inanan, ve Ben-tözüne duyduğu inancı tüm şeylere yansıtan — böylelikle “şey” kavramını yaratmış olur… Varlık her yerde neden olarak düşünülür, atfedilir; “varlık” kavramı “ben” kavramının ardından, ondan türetilmiş olarak gelir… Başlangıçta istencin, etkiyen bir şey olduğu — istencin bir yeti olduğu yanılgısının doğurduğu büyük felaket vardır… Bugün onun yalnızca bir sözcük olduğunu biliyoruz… Çok çok sonradan, bin kat aydınlanmış bir dünyada, filozoflar aklın kategorilerini kullanmaktaki güvenliğin, öznel güvenliğin bilincine şaşırarak vardılar: bu kategorilerin deneyden kaynaklanmayacağı sonucunu çıkardılar — deneyin tümü onlarla çelişki içindeydi. Peki bu kategoriler nereden geliyor? — Sonra, Hindistan’da da, Yunanistan’da da aynı hataya düşüldü: “daha önce, daha yüksekteki bir dünyada yaşamış olmalıyız (— çok daha alttaki bir dünya denilseydi: hakikate uygun olurdu!) tanrısal olmuş olmalıyız, çünkü aklımız var!”… Aslında şimdiye kadar hiçbir şey, örneğin Elealıların formüle ettiği biçimiyle, varlık yanılgısından daha naif bir ikna gücüne sahip olmamıştır: söylediğimiz her sözcük, her cümle ondan yanadır! Elealıların karşıtları da hâlâ onların varlık-kavramının baştan çıkartıcılığının etkisindendir: diğerlerinin yanı sıra, Atom’unu bulduğunda Demokritos… Dilde “akıl”: ah ne yaşlı hilebaz kadındır o! Korkarım ki kurtulamayacağız tanrıdan, hâlâ gramere inandığımız için…

6

Bu kadar önemli, bu kadar yeni bir kavrayışı dört sav halinde toparladığım için şükran duyulacaktır bana: böylelikle anlamayı kolaylaştırıyorum, böylelikle karşı çıkılmasını kışkırtıyorum.

Birinci önerme: “Bu” dünyanın görünüşte olarak tanımlanmasında gösterilen gerekçeler, asıl onun gerçekliğini temellendirirler — başka türden bir gerçeklik, kesinlikle kanıtlanamaz.

İkinci önerme: Şeylerin “hakiki varlığına” verilmiş olan kıstaslar, var olmayışının, hiçliğin kıstaslarıdır — “hakiki dünya” gerçek dünyayla çelişme üzerine kurulmuştur: aslında, yalnızca ahlaksal-optik bir yanılgıdan ibaret olduğu için görünüşte bir dünyadır.

Üçüncü önerme: Bu dünyadan “başka” bir dünya masalı uydurmanın, –içimizde yaşamın karalanması, küçültülmesi, kuşkulu hale sokulması yönünde bir içgüdünün egemen olmadığını varsayarsak–, hiçbir anlamı yoktur: aksi halde yaşamdan “başka”, “daha iyi” bir yaşamın hayaliyle intikam almış oluruz.

Dördüncü Önerme: Dünyayı “hakiki” ve “görünüşte” dünyalara ayırmak, ister Hıristiyanlığın, ister Kant’ın (nihayetinde o da sinsi bir Hıristiyan) yaptığı biçimde olsun, yalnızca dekadansın bir telkinidir — çökmekte olan yaşamın bir belirtisidir… Sanatçının görünüşe gerçeklikten daha büyük bir değer vermesi, bu önermeye bir itiraz oluşturmaz. Çünkü burada “görünüş” bir kez daha gerçeklik anlamındadır, ancak ondan yapılmış bir seçme, bir güçlendirme, bir düzeltidir… Trajik sanatçı kötümser değildir, — tam da kuşkulu ve korkunç olan her şeye evet diyendir, o Dionysosçudur…

FRIEDRICH NIETZSCHE
PUTLARIN ALACAKARANLIĞI
YA DA
ÇEKİÇLE NASIL FELSEFE YAPILIR?
ALMANCA ASLINDAN ÇEVİREN: MUSTAFA TÜZEL

Türkiye İş Bankası Yayınları