”Nefreti” Neden Yeniden Keşfetmek Zorundayız ?
David Cooper’ın “Deliliğin Dili” adlı eserinde merkezi bir yer tutan “nefretin yeniden keşfi” kavramı, bireysel ve toplumsal özgürleşme mücadelesinin temelini oluşturan radikal bir moral duruşu ifade eder. Bu kavram, Karl Marx ve Nietzsche’nin düşüncelerinden beslenerek, kapitalist sistemin yarattığı sömürü ve yabancılaşmaya karşı bir bilinçlenme ve eylem aracı olarak sunulur.
İşte “nefretin yeniden keşfi” kavramının ayrıntılı derinleştirmesi:
1. “Nefretin Yeniden Keşfi”nin Kökenleri ve Tanımı
Cooper, devrimci ahlakın deneysel öncülünü “nefretin yeniden keşfi” olarak tanımlar. Bu nefret, Marx ve Nietzsche’den gelen iki temel noktayı içerir:
- Karl Marx’tan Gelen Etki: Marx, paraya ve değişim değerine karşı duyulan nefreti, pazar yerinin ve bu değer düşürücü sistemi ifade eden kapitalist düzenin yozlaşmasını açıklamıştır. Cooper’a göre, Marx’tan öğrenilen şey, paranın ve mübadele değerinin insan deneyimini nasıl yozlaştırdığını kavramak ve bu yozlaşmaya karşı nefret duymaktır. Bu, normal olarak kabul edilen yaşam biçimlerinin aslında insanı nasıl fakirleştirdiğini (“normalleşmenin fakirleşmesi”) ortaya koyar.
- Nietzsche’den Gelen Etki: Nietzsche ise bu “fakirleşme” noktasını aforistik ve şiirsel bir dille vurgulamış, bireylerin kendi değerlerini sisteme (Yahudi-Hristiyan sistemine) karşı oluşturmalarını öğütlemiştir. Nietzsche’nin “güç istenci” kavramı, her birimizin kendi değerlerimizi sisteme karşı seçmemiz gerektiği anlamına gelir. Bu, bireyin dayatılan normalliğe karşı kendi özgün varoluşunu ve değerlerini yaratma çabasını ifade eder.
Bu bağlamda “nefretin yeniden keşfi”, sömürüye, baskıya ve bireyin otantik varoluşunu sınırlayan sistemlere karşı geliştirilen bilinçli, dönüştürücü bir duygudur.
2. Kişisel Olmaktan Çıkan Nefret: Sisteme Yönelme
Cooper için bu nefret, kişisel olmaktan çıkan bir nefrettir; “gerçek bir başka insandan nefret etmek, diğer şeylerin yanı sıra, enerji ve zaman kaybıdır ve ancak burjuva aile şeması içinde var olabilir”. Gerçek düşman, belirli bir kişi değil, soyut gibi görünen ama somut tezahürleri olan sistemdir:
- “Kimseye karşı nefret beslemeye değmez, ‘değerli düşman’ yoktur, sadece prensipte kimse olmayan sistemden nefret edilebilir”.
- Ancak bu sistem, “kiracısını toplamaya gelen mal sahibi, giydiği elbiseler ve bunların nereden geldiği, kullandığı veya kullandığı araba gibi somut olarak her zaman bizim için cisimleşir. Burjuva en sonunda görünür hale gelir”. Bu, sistemin somut temsilcilerinin, sömürücü sınıfın, nefrete hedef olabileceği anlamına gelir; ancak bu, kişisel bir kin değil, sistemin sembollerine yönelik bir nefretdir.
Bu nefretin amacı, bireylerin birbirlerine karşı duydukları kıskançlık, çekememezlik, sahiplenicilik ve suçluluk üretme gibi burjuva ve ailevi tuzaklardan kaçınmaktır. Devrimci ahlak, bu tür kısır döngüleri aşarak dayanışma ve güven temelinde ilişkiler kurmayı hedefler.
3. Devrimci Ahlakın Temeli ve Özerkliğin Kazanılması
“Nefretin yeniden keşfi”, devrimci ahlakın temelini oluşturur ve şu unsurlarla ilişkilidir:
- Baskı Bilinci: Bu nefret, “kapitalist sistem içindeki baskımızın bilinciyle başlayarak bizden çalınanları geri almak” anlamına gelir. Bu, kişinin kendi baskısının bilincine varmasıyla başlar, başkalarının baskısı değil, aksi takdirde kişi “profesyonel kurtarıcı” rolüne bürünür.
- Güven ve Güvensizlik: Devrimci ahlak, “baskıcı sistemlere tam bilinçli bir bilgiye ve dolayısıyla güvensizliğe dayalı olarak aramızda dayanışma ve güven yaratmak” anlamına gelir. Bu, ailevi modellerin dayattığı kısıtlamalardan kaçınmayı, kıskançlık, çekememezlik ve sahiplenicilik gibi duyguları bertaraf etmeyi gerektirir.
- Özerklik: Devrimci ahlak, özerkliği ele geçirmektir ve “özerklik tanımı gereği başkasının özerkliğini azaltmaya bağlı olamaz”. Bu, sisteme karşı kendi değerlerini ve yaşam biçimlerini yaratma cesaretidir.
4. “Normalleşmenin Fakirleşmesi”ne Karşı Durma
Cooper, “normalleşmenin fakirleşmesi”ni, bireyin otantik ihtiyaçlarının bastırılması ve yerine kapitalist sistemin niceliksel “sahip olma” ihtiyaçlarının konulması olarak açıklar. “Nefretin yeniden keşfi” bu fakirleşmeye karşı bir tepkidir. Kapitalist sistem, “ihtiyaçlar teknolojisi” aracılığıyla ihtiyaçları icat eder ve sonra onları karşıladığını iddia eder, bu da insanları pasif tüketicilere dönüştürür. Bu duruma karşı duyulan nefret, bireyin dayatılan bu “normalliğin” bir parçası olmayı reddetmesi ve “farklı olmak için harekete geçme” ihtiyaçlarını (radikal ihtiyaçlar) öne çıkarmasıyla sonuçlanır.
5. Delilik ve Orgazmik Cinsellik ile İlişkisi
Bu “yeniden keşfedilen nefret”, bireyi sisteme karşı radikal eylemlere ve varoluş biçimlerine iter:
- Delilik: Delilik, toplumsal normalleşmeye karşı bir isyan ve kişinin kendini yenileme, saplantılı kuralları yıkma ve daha eksiksiz bir dünyaya geri dönme vaadini içeren bir “yıkım” olarak görülür. Her türlü sanrı siyasi bir ifadedir ve tüm deli insanlar politik muhaliflerdir. Bu nefret, kişinin kendi “çılgınlığını” bir direniş biçimi olarak kucaklamasına yol açar.
- Orgazmik Cinsellik: Orgazm, yabancılaşmış deneyimlerin “zihnin iptali” anıdır. Baskıcı burjuva zamanını yok eden orgazmik eylemler, kapitalist sistemin cinsel yaşamı metalaştırmasına ve “üretken cinselliğe” indirgemesine karşı bir devrimci eylem olarak sunulur.
Bu radikal eylemler, kişisel gibi görünse de aslında “kişisel sorunlar yoktur, yalnızca politik sorunlar vardır” ilkesiyle makro-politik gerçekliği ve baskıcı sistemleri hedef alır.
Sonuç
“Nefretin yeniden keşfi”, David Cooper’ın devrimci düşüncesinde pasif bir duygu değil, bilincin ele geçirilmesi ve eyleme dönüşmesi için bir itici güçtür. Bu nefret, kişisel kinin ötesine geçerek, insanlık durumunu yozlaştıran kapitalist sisteme ve onun dayattığı normlara karşı duyulan radikal bir hoşnutsuzluktur. Bu bilinçli nefret, bireyin kendi özerkliğini savunması, sahte güvenlik ve mutluluk yanılsamalarını reddetmesi ve gerçek bir toplumsal dönüşüm için mücadele etmesi için bir temel oluşturur. Bu, baskıya ve sömürüye karşı “gerçeği söylemek” anlamına gelir, ki bu da sistem için en büyük tehdittir.



