Para ve Mübadele Değeri İnsan Deneyimini Neden Yozlaştırıyor ?
David Cooper’ın “Deliliğin Dili” adlı eserinde “nefretin yeniden keşfi” kavramı, paranın ve mübadele değerinin insan deneyimini nasıl yozlaştırdığını anlamanın ve bu yozlaşmaya karşı bilinçli bir duruş sergilemenin temelini oluşturur. Bu kavram, Karl Marx ve Nietzsche’nin düşünsel mirasından beslenir ve kapitalist sistemin birey üzerindeki tahrip edici etkilerine karşı geliştirilen radikal bir ahlaki ve eylemsel çerçeveyi ifade eder.
“Nefretin Yeniden Keşfi”: Yozlaşmaya Karşı Radikal Bir Duruş
Cooper için “nefretin yeniden keşfi”, devrimci ahlakın deneysel öncülüdür. Bu nefret, kişisel düşmanlıklardan arınmış, sisteme yöneltilmiş bilinçli bir duygudur. Marx’tan öğrenilen, paranın ve mübadele değerinin insan deneyimini nasıl yozlaştırdığını kavramak ve bu yozlaşmaya karşı nefret duymaktır. Nietzsche ise bu “fakirleşme” noktasını aforistik ve şiirsel bir dille vurgulamış, bireylerin kendi değerlerini dayatılan sisteme karşı oluşturmalarını öğütlemiştir.
Bu kavram, bireysel ve toplumsal düzlemde paranın ve mübadele değerinin yol açtığı yozlaşmayı kavramak için bir başlangıç noktasıdır.
Paranın ve Mübadele Değerinin İnsan Deneyimini Yozlaştırması
Kapitalist sistemde para ve mübadele değeri, insan deneyiminin her alanına sızarak onu dönüştürür ve çoğu zaman fakirleştirir. Cooper buna “normalleşmenin fakirleşmesi” adını verir. Bu yozlaşma, birey ve toplum ikileminde günlük örneklerle şu şekilde açıklanabilir:
1. Birey Düzeyinde Yozlaşma: “Sahip Olma” ve Yabancılaşma
Kapitalizm, insanların otantik ihtiyaçlarını bastırarak, niceliksel “sahip olma” ihtiyaçlarını dayatır. Bu, “ihtiyaçlar teknolojisi” aracılığıyla gerçekleşir; uzmanlar (ekonomistler, psikologlar, psikiyatristler, eğitimciler vb.) insanlara yeni ihtiyaçlar icat eder ve sonra da bu ihtiyaçları karşıladıklarını iddia ederler.
- Günlük Yaşamda Yabancılaşma (Alienation):
- Mübadele Değeri Olarak Birey: İnsan, kendi emeğinin ve hatta varoluşunun mübadele değeriyle tanımlanmaya başlar. Bir işçinin değeri, patronunun (ve devletin) onun üretken değeri ve sömürülebilir artı değeri olarak algılamasıyla belirlenir. Aynı şekilde, bir kapitalistin değeri, onun mülkünün ve hayat sigortasının değeriyle ölçülür.
- Günlük Örnek: Bir holdingdeki çalışan düşünün. Onun değeri, bilgi birikimi, yaratıcılığı veya işine duyduğu tutkuyla değil, çalıştığı saat, ürettiği rapor sayısı veya şirkete kazandırdığı para miktarıyla ölçülür. Öğrenciler notlarıyla, “başarılarıyla” tanımlanır. Bu, bireyin kendi özgünlüğünü ve içsel değerini göz ardı eden, onu bir “meta”ya dönüştüren bir süreçtir.
- İhtiyaçların Metalaşması ve Sahteleşmesi: Gerçek insan ihtiyaçları (özerk ifade, anlamlı ilişkiler, yaratıcılık gibi radikal ihtiyaçlar) yerine, kapitalist sistem tarafından icat edilen yapay ihtiyaçlar konur.
- Günlük Örnek: Reklamlar aracılığıyla sürekli yeni telefon modelleri, kıyafetler veya tüketim malları “ihtiyaç” olarak sunulur. İnsanlar, aslında ihtiyaç duymadıkları şeyleri almak için borçlanır, daha çok çalışır ve bu döngüde kendilerini tüketirler. Yiyecekler bile “yediklerin tarafından yenilme” metaforuyla açıklanır; fabrika üretimi gıdalar ve kitle iletişim araçlarının zihinleri “tecavüz” etmesi, insanın otantik varoluşunu bozmasıdır.
- Cinselliğin ve İlişkilerin Yozlaşması: Kapitalist zaman ve üretkenlik baskısı, cinselliği orgazmik hazzın ötesine taşıyarak onu “üreme amaçlı cinsellik”e indirger.
- Günlük Örnek: Bir adamın rutin işinden sonra eve gelip rutin bir şekilde eşiyle “sevişmesi” (genellikle zevkten yoksun ejakülasyonun orgazm sanılması), kapitalist sistemin cinsel yaşamı metalaştırmasına ve “üretken cinselliğe” indirgemesine karşı devrimci bir eylem olarak sunulan orgazmik cinselliğin tam tersidir. İlişkilerde güven ve dayanışma yerine kıskançlık, sahiplenicilik ve suçluluk (burjuva aile şemasının tuzağı) ön plana çıkar.
- Zamanın ve Mekânın Kontrolü: Kapitalist sistem, zamanı kar odaklı üretimle hapsederek bireylerin otantik deneyimlerini engeller.
- Günlük Örnek: Günlük işe gidiş geliş saatleri, mesai saatleri, banka ve ofislerde geçirilen “hiçbir şey üretmeyen” zamanlar. Boş zamanın bile orgazmik deneyime (kendi beden saatlerine göre yaşama) değil, sistemin dayattığı rutinlere (televizyon izleme, tüketim) göre şekillenmesi.
- Mübadele Değeri Olarak Birey: İnsan, kendi emeğinin ve hatta varoluşunun mübadele değeriyle tanımlanmaya başlar. Bir işçinin değeri, patronunun (ve devletin) onun üretken değeri ve sömürülebilir artı değeri olarak algılamasıyla belirlenir. Aynı şekilde, bir kapitalistin değeri, onun mülkünün ve hayat sigortasının değeriyle ölçülür.
2. Toplumsal Düzeyde Yozlaşma: Kontrol ve Mistifikasyon
Kapitalist devlet, kendi işgücü arzını sürdürmek ve “itaatsiz” olanları kontrol etmek için çeşitli kurumları kullanır.
- Normalleşmenin Dayatılması: Yönetici sınıf, kendi çıkarları doğrultusunda “normallik” tanımları dayatır. Bu, kitle iletişim araçları, eğitim sistemi ve ailecilik ideolojisi (çocukların ucuz işgücü veya kapitalizmin top yemi olması için üretilmesi) yoluyla yapılır.
- Günlük Örnek: Okulda “uslu” ve “başarılı” olma beklentisi, televizyonda sunulan “ideal” aile ve yaşam tarzı modelleri. Bunlara uymayanların “psikiyatrik kurbanlara”, “suçlulara” veya “bozukluk” teşhisine dönüşmesi riski.
- Psikiyatrinin ve Psikoteknolojilerin Rolü: Psikiyatri, psikoloji, psikanaliz ve “alternatif terapiler” gibi psikoteknolojiler, bireylerin özerk ifadelerini ve isyanlarını bastırmak için kullanılır. “Delilik”, toplumsal normallere karşı bir isyan ve siyasi muhalefet olarak görülür, bu yüzden şiddetle bastırılır.
- Günlük Örnek: Bir bireyin sisteme itiraz eden veya farklı olan davranışlarının, “hastalık” olarak teşhis edilip ilaçlarla veya terapilerle “normalleştirilmeye” çalışılması. Böylece, toplumsal sorunlar kişisel “akıl hastalığı” sorunlarına indirgenir ve sistemin devamlılığı sağlanır. Örneğin, John the Baptist vakasında olduğu gibi, sisteme karşı “gerçeği söyleyen” biri deli ilan edilip baskılanır.
- Ailenin Represif Rolü: Burjuva çekirdek aile, makro-politik baskının bir aracısı olarak görülür. Aile içi ilişkiler, kıskançlık, sahiplenicilik ve suçluluk üretimi gibi burjuva ve ailevi tuzaklarla doludur.
- Günlük Örnek: Aile içinde çocukların “itaatkar” olmaya koşullandırılması, suçluluk duygusu yaratılarak kontrol edilmesi. Bu, bireyin özerkliğini başından itibaren kısıtlar ve toplumsal baskıya hazırlanmasına yol açar.
“Nefretin Yeniden Keşfi” Olarak Yanıt: Yozlaşmaya Karşı Eylem
Bu yozlaşmaya karşı “nefretin yeniden keşfi,” pasif bir duygu değil, dönüştürücü bir eylem çağrısıdır. Bu, “kapitalist sistemdeki baskımızın bilinciyle başlayarak bizden çalınanları geri almak” anlamına gelir.
- Kişiselden Siyasala Geçiş: Nefret, “gerçek bir başka insandan nefret etmek” değildir. Gerçek düşman, “prensipte kimse olmayan sistemdir”. Ancak bu sistem, mal sahibinde, giydiği elbiselerde veya kullandığı arabada somutlaşır; burjuva sonunda görünür hale gelir. Bu, kişisel gibi görünen sorunların aslında politik olduğunu anlamaktır.
- Günlük Örnek: Bir işçinin patronuna kişisel kin beslemesi yerine, patronun temsil ettiği sömürü sistemine karşı bir bilinç geliştirmesi. İşyerindeki eşitsizlik, bireysel bir sorun değil, sömürücü sisteme ait bir sorundur.
- Özerklik ve Disiplinli İtaatsizlik: Devrimci ahlak, özerkliği ele geçirmek demektir. Bu, baskıcı sistemlere karşı tam bilinçli bir güvensizliğe dayalı olarak dayanışma ve güven yaratmayı gerektirir. Bu nefret, “kontrolün ‘hayır’ına karşı ‘hayır’ deme” biçiminde tezahür eden “disiplinli itaatsizlik”i doğurur.
- Günlük Örnek: Medya manipülasyonlarına, eğitim sisteminin beyin yıkamasına veya ailevi dayatmalara karşı çıkmak; örneğin, “mutlu aile” illüzyonuna itiraz etmek ve kendi değerlerini oluşturmak.
- Radikal İhtiyaçların İfadesi: Yeniden keşfedilen nefret, bireyi sisteme karşı radikal eylemlere ve varoluş biçimlerine iter. Buna “delilik” (toplumsal normalleşmeye karşı bir isyan ve kendini yenileme) ve “orgazmik cinsellik” (yabancılaşmış deneyimlerin “zihnin iptali” anı, baskıcı burjuva zamanına karşı devrimci eylem) dahildir.
- Günlük Örnek: Toplumun dayattığı kurallara uymayan bir yaşam tarzı seçmek, örneğin, geleneksel evlilik modellerini reddetmek veya sanatsal ifadelerle toplumsal normlara meydan okumak. Bu, “kişisel sorunlar yoktur, yalnızca politik sorunlar vardır” ilkesini hayata geçirmektir.
- Dayanışma ve Dönüşüm: Bu nefret, bireyleri pasif tüketiciler olmaktan çıkarıp aktif dönüştürücüler haline getirir. Amacı, dayanışma ve güven temelinde ilişkiler kurmaktır.
Sonuç olarak, Cooper’ın “nefretin yeniden keşfi” kavramı, paranın ve mübadele değerinin insan deneyimini nasıl yozlaştırdığını anlamak ve bu yozlaşmaya karşı koymak için radikal, dönüştürücü bir çağrıdır. Bu nefret, kişiselden ziyade sisteme yöneliktir ve bireyin özerkliğini savunarak, sahte normallikleri ve mutluluk yanılsamalarını reddetmesini, böylece gerçek bir toplumsal dönüşüm için mücadele etmesini sağlar.