Etiket: İmmanuel Kant

Meursault’nün Kayıtsızlığı ve Nietzsche’nin Amor Fati: Absürdün Gölgesinde Varoluşun İkilemi

Albert Camus’nün Yabancı adlı eserindeki Meursault’nün kayıtsızlığı ile Friedrich Nietzsche’nin “amor fati” (kader sevgisi) kavramı, insan varoluşunun anlam arayışına dair iki zıt ama kesişen yörünge sunar. Meursault’nün absürd bir dünyadaki tepkisizliği, Nietzsche’nin kaderi kucaklama çağrısıyla nasıl bir diyalog kurar? Meursault’nün kayıtsızlığı, otantik bir varoluşun izini mi sürer, yoksa anlamsızlığın teslimiyetine

OKUMAK İÇİN TIKLA

Akhilleus’un Öfkesi: İnsani Tutku mu, Mitolojik Yazgı mı?

Homeros’un İlyada destanında Akhilleus’un öfkesi, yalnızca bir kahramanın kişisel tragedyası değil, aynı zamanda insan doğasının, mitolojik kaderin ve tarihsel çatışmanın kesişim noktasında bir ayna olarak belirir. Bu öfke, insani bir duygu olarak mı, yoksa tanrıların dokuduğu bir lanet olarak mı daha baskındır? Hegel’in tarihsel çatışma kavramıyla ilişkilendirildiğinde, Akhilleus’un öfkesi, savaşın

OKUMAK İÇİN TIKLA

Kapitalist Toplumun Aynasında Rastignac’ın Hırsı

Rastignac, taşradan Paris’e gelen genç bir hukuk öğrencisi olarak, toplumsal yükselişin cazibesine kapılır. Hırsı, kapitalist toplumun sunduğu maddi ve sosyal ödüllerin peşinde koşarken, Marx’ın yabancılaşma teorisiyle açıklanabilir. Marx, kapitalist üretim ilişkilerinin bireyi kendi emeğine, ürününe, diğer insanlara ve nihayetinde kendine yabancılaştırdığını savunur. Rastignac’ın Paris’teki aristokratik çevreye girme çabası, kendi öz

OKUMAK İÇİN TIKLA

Varoluşun Çıplaklığı

Meursault’nün kayıtsızlığı, Camus’nün absürd felsefesinin somut bir ifadesidir. Absürd, insanın anlam arayışıyla evrenin sessizliği arasındaki çatışmadır. Meursault, bu çatışmayı reddetmez; aksine, ona teslim olur. Annesinin ölümü, bir sevgilinin varlığı ya da bir cinayet işlemek—hiçbiri onda derin bir duygusal yankı uyandırmaz. Sartre’ın otantiklik kavramı, bireyin özgürlüğünü üstlenmesini ve kendi anlamını yaratmasını

OKUMAK İÇİN TIKLA

Söğüt’ün Fantastik Evreninde Gerçekliğin Örtüsü: Politik Psikolojik Yüzleşmeler ve Gogol’ün Mirasıyla Buluşma

Söğüt’ün eserlerindeki fantastik unsurlar, gerçekliğin sınırlarını esneterek insanlığın derin katmanlarını, özellikle politik psikolojik gerçekleri, çarpıcı bir şekilde açığa çıkarır. Bu unsurlar, bireyin ve toplumun bastırılmış korkularını, arzularını ve çelişkilerini metaforik, alegorik ve sembolik bir dille dışa vururken, Gogol’ün fantastik anlatımıyla hem biçimsel hem de kavramsal bir akrabalık kurar. Her iki

OKUMAK İÇİN TIKLA

Zebercet’in İntiharı: Varoluşsal İsyan mı, Toplumsal Teslimiyet mi?

Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli’nde Zebercet’in intiharı, yalnızca bir bireyin trajik sonu değil, aynı zamanda insan varoluşunun karmaşık katmanlarına ve toplumsal yapının birey üzerindeki ezici etkilerine dair bir sorgulamadır. Zebercet’in kendi yaşamına son vermesi, ne salt bir isyan ne de basit bir teslimiyet olarak okunabilir; bu, bireyin kendi boşluğuna, toplumun dayattığı

OKUMAK İÇİN TIKLA

Hades’in Görünmez Tacı: Foucault’nun Panoptikonuyla Yeraltı Otoritesinin Alegorik Dansı

Hades’in yeraltı dünyasının soğuk, mesafeli otoritesi, mitolojik bir figür olmanın ötesinde, modern gözetim toplumlarının psikolojik ve politik dinamiklerini anlamak için derin bir alegori sunar. Foucault’nun panoptikon kavramı, bireylerin sürekli izlendikleri hissiyle kendi davranışlarını disipline etmelerini sağlayan bir güç mekanizması olarak tanımlanır. Hades’in yeraltı krallığı, görünmez ama her yerde hissedilen bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gregor Samsa’nın Böcekleşmesi: İnsanın Özüne Dönüş mü, Nesneleşmenin Tıpkısı mı?

Franz Kafka’nın Metamorfoz adlı eseri, Gregor Samsa’nın bir sabah uyandığında kendini devasa bir böceğe dönüşmesiyle başlar ve bu olay, insan varlığını hem bireysel hem de toplumsal düzeyde sorgulayan bir anlatıya dönüşür. Gregor’un bu grotesk değişimi, insanın hayvansı doğasına bir dönüş mü, yoksa kapitalist toplumun bireyi nesneleştiren mekanizmalarının bir yansıması mı?

OKUMAK İÇİN TIKLA

Ulysses’te Bilinç Akışı ve Bergson’un Süre Kavramı: Zamanın ve Gerçekliğin Yeniden Tanımlanışı

James Joyce’un Ulysses romanı, modernist edebiyatın doruk noktalarından biri olarak, bilinç akışı tekniğiyle insan zihninin karmaşıklığını ve zamanın öznel doğasını sorgular. Bu teknik, Henri Bergson’un süre (durée) kavramıyla derin bir felsefi akrabalık taşır; her ikisi de zamanın mekanik, saatle ölçülen bir çizgiden ziyade, bireyin içsel algısındaki akışkan, kesintisiz bir deneyim

OKUMAK İÇİN TIKLA

Medusa’nın Bakışı ve Lacan’ın Gaze Kavramı Üzerine Bir İnceleme

Medusa’nın taşa çeviren bakışı, mitolojik bir imge olmanın ötesinde, modern toplumun birey-öteki ilişkisine dair derin soruları açığa çıkarır. Jacques Lacan’ın “bakış” (gaze) kavramıyla kesişen bu mit, bireyin kimlik inşası, ötekileştirme süreçleri ve toplumsal dinamiklerin psişik yansımalarını sorgulamak için güçlü bir metafor sunar. Medusa, hem korkutucu hem de büyüleyici bir figür

OKUMAK İÇİN TIKLA